İnisiyatif almaz.
Riske girmez.
Elini taşın altına koymaz.
Bir yaraya merhem olmaz.
Sofranın kurulmasına yardım etmez. Sadece hazır sofralara oturur.
Vefa göstermez.
Yaralı parmağa işemez.
Kim bu adam?
Kim olacak?
Eski Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül elbette.
Sayın Gül’ün mensubu ve kurucusu olduğu AK Parti’yi sevmediğini biliyoruz.
Bu tavrını hiç gizlemedi.
Daha doğrusu mesafe koyarak gösterdi.
Bugüne kadar mesafesini (ve gayrı memnun pozisyonunu) tavırlarına yansıtarak açıklamayı tercih etti ve bir tür “işaret diliyle” konuştu: Toplantılara icabet etmemek, çağrılı olduğu yemeklere gitmemek, Erdoğan’la aynı karede görünmemek gibi...
Hatta, “dava arkadaşım” dediği Erdoğan’a karşı Ali Babacan’a parti bile kudurdu.
Parti meselesi olmaktan çıkıp “Türkiye meselesine” dönüşen konularda da mesafesini ve “soğukkanlılığını” sürdürdü.
Mesela, 17/25 Aralık girişiminde (o sırada Cumhurbaşkanlığı devam ediyordu) hiç topa girmedi.
Sustu.
Hep sustu.
Konuşma gereği duyduğunda da, “dava arkadaşlarını” töhmet altında bırakacak ve yolsuzluk iddialarının bir parçası kılacak açıklamalar yaptı...
Hatırlayalım:
Kendisine, “Çankaya’nın telefonlarını da dinlemişler... Ne diyorsunuz?” diye sorulduğunda, devlet adamı sorumluluğuna yakışmayacak bir cevap vermişti. Dinlesinlermiş... Bir şeyden korkusu yokmuş, vs...
Dikkatinizi çekerim: “İllegal dinleme yapmak suçtur” demiyor da, “Benim bir şeyden korkum yok” diyor
Demek ki, başkalarının “korkacak şeyleri” vardı...
Gezi kalkışması dönemindeki “ayrıksı” ve “yabancı” duruşu ha keza...
Kankası Fehmi Koru, “Kendisinin (yani Gül’ün) ekonomide ve dış politikada izlenen yolla ilgili itirazları olduğu, devlet yönetiminde de parlamenter sistemi tercih ettiği biliniyor” diyor ama biz bilmiyoruz.
Daha doğrusu, ismi CHP tarafından çatı adayı olarak gündeme getirilinceye kadar, Gül’ün “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” konusunda ne düşündüğünü bilmiyorduk.
Öğrenmiş olduk.
Ekonomi ve dış politika konusundaki görüşlerine ise, Ahmet Sever gibi çapsız ve “kötü niyetli” adamların yazdıklarını ya da Fehmi Koru’nun günlüğünü okudukça muttali oluyorduk. Ve kendi kendimize şu değerlendirmeyi yapıyorduk: “Bunlar böyle şeyler yazıyorlarsa, demek ki Gül de aynını düşünüyor.”
Diyorum ki, keşke Gül eleştirilerini zamanında yetkili kurullarda ya da katılmayı zül addettiği toplantılarda dile getirseydi.
Belki ikna edici bulunurdu.
Belki partisinin yanlış yönelimine engel olurdu.
Bunları yapmadı.
Sadece küstü ve “pozisyon” aldı.
Sonra çok daha kötü bir iş yaptı: “İçişlerinizi düzenlemezseniz, darbe ve dış müdahale kaçınılmaz hale gelir” diyerek, Erdoğan’a laf soktu.
Hiç yüzü kızarmadı.
Sizi bilmem ama ben böyle adamlardan, böyle adamların iktidarından çok korkarım.