Dikkatimizi korona vakasına verdiğimiz için, “geri planda” neler döndüğüne çok dikkat edemiyoruz.
Birincisi, sosyal medyada muazzam bir “FETÖ-PKK dayanışması” var.
Mesela, cezaevlerinin boşaltılması fikri...
Bir FETÖ’cü tarafından dile getirildi, mebzul miktar PKK’lı destekçi buldu.
İkincisi, Berlin’deki skandal toplantı…
Bu toplantıya CHP, HDP ve PKK yetkilileri katıldı. FETÖ de gözlemci gönderdi.
Toplantının ana fikri şuydu: “Türkiye, işgalci bulunduğu Suriye’den geri çekilmelidir.” (Bu görüşü PKK delegesi dile getirdi, CHP de “sükûtla” geçiştirdi.)
Üçüncüsü, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun faaliyetleri...
İmamoğlu, bir kez daha ve kuvvetle “Selahattin Demirtaş’a özgürlük” istedi.
Bizim asıl üzerinde durmamız gereken nokta şu: Sahada kaybetme noktasına gelen PKK, nasıl oluyor da siyasal alanda etkinliğini ve gücünü koruyor?
Bu nasıl oluyor?
Kulağı delik meslektaşlarımızdan biri, epey bir süre önce (devlet içindeki FETÖ varlığının devam ettiği dönemde), PKK içindeki devlet ajanlarının “yön” değiştirdiklerini, karşı taraf için çalışmaya başladıklarını iddia eden ilginç bir yazı kaleme almıştı.
PKK içindeki devlet ajanları da ne ola?
Muhtemelen kimi gizli servis unsurlarından, jandarma muhbirlerinden ve açık faaliyeti benimsemiş köy korucularından söz ediyordu.
Olabilir miydi?
PKK içine sokulmuş unsurların (gizli servis görevlilerinin ve jandarma muhbirlerinin) “karşı tarafa” geçtikleri bilgisi doğru olabilir miydi?
Bir savaştaysanız, her türlü “sonuç” mümkündür.
Hemen aklıma, FETÖ’cü polis şeflerinin ve savcılarının başlattığı “KCK soruşturması” (operasyonu) geliyor.
Kamuoyunda çokça tartışılan bir operasyondu bu.
Bir iddiaya göre, 10 binin üzerinde gözaltı yapıldı... (Daha sonra, gözaltı sayısının 8 bin civarında olduğu açıklandı.) Binlerce kişi tutuklandı.
Tutuklananlar arasında, seçilmiş belediye yöneticileri, kamuoyunun yakından tanıdığı bazı yazar, akademisyen ve yayıncılar da bulunuyordu.
Derken, bir fotoğraf “çıkarıldı” ortaya. Daha doğrusu, bir fotoğraf servis edildi: Tutuklu sanıklar, bileklerinde plastik kelepçe, tek sıra halinde Adliye’ye götürülüyorlar... Görüntü mide bulandırıcıydı ve “temerküz kampı uygulamalarını” hatırlatıyordu.
Soruşturmanın “ilerleyen” bölümlerinde, bazı tutukluların resmî kimlik taşıdıkları ortaya çıktı...
Daha doğrusu, ortaya çıkarıldı.
Daha açık konuşacak olursak...
FETÖ’cü polisler ve savcılar, yememiş içmemiş, “terör suçlularını açıklıyoruz” gerekçesinin arkasına sığınarak, tamamen masumane (!) niyetlerle, KCK içindeki devlet görevlilerinin kimliğini deşifre etmişlerdi. (KCK içindeki 329 “Jandarma muhbiri” de, isimleri ve görev alanlarıyla birlikte bu dönemde deşifre edilmişti.)
Durum sonradan anlaşıldı:
Kamuoyunun “teröre karşı üstün mücadele” diye alkışladığı bu girişim, MİT’in KCK içinde kurduğu “tezgâhı” bozmayı amaçlıyormuş.
Daha önce de birkaç kez sorduğumu hatırlıyorum:
PKK içindeki bazı “devlet unsurları” gerçekten de yön değiştirdilerse ve “karşı taraf” için çalışıyorlarsa, önce KCK operasyonuna bakmamız gerekmiyor mu?
Bir becayiş mi söz konusuydu?
FETÖ’cü polis ve savcılar, kimliklerini deşifre ettikleri gerçek devlet görevlilerinin yerine, kendi elemanlarını mı ikame ettiler? Daha doğrusu, bugün bizim “devlet görevlisi” zannettiklerimizin arasında FETÖ mensupları mı bulunuyor?
Bir bilgiye dayalı olarak konuşmuyorum.
Sadece akıl yürütüyorum.