Mehmet Yakup Yılmaz denen bir adam var... İsmindeki “Y” harfini nedense gizlerdi. Bu köşede faş edilince birkaç kez kullanmak zorunda kaldı.
Bugün “Kötülüğün Sıradanlaşması” şeklinde yazılar yazması yanıltmasın sizi...
Kötü bir adamdır.
Meslektaşlarının maaşına haciz koyduracak kadar kötüdür.
Ve başarısızdır...
Gazetesinden ayrıldığında (daha doğrusu, “bırak artık sen bu işi” dendiğinde) haftalarca, aylarca nerede olduğunu soran çıkmadı. “Bir Mehmet Yakup Yılmaz vardı. Ne oldu?” diyen olmadı.
Çünkü okunmuyordu.
Tartışılmıyordu.
Fikirleri (!) kayda değer bulunmuyordu.
Hayatında bir kez ilgi gördü.
Milliyet gazetesinde yazıyordu yanlış hatırlamıyorsam.
Bunlar (Mehmet Yakup Yılmaz’ımız ve arkadaşları) İskoçya’ya gittiler. Orada İskoç eteği giyip fotoğraf çektirdiler. Bir de “en güzel bacak hangi gazeteciye ait?” anketi düzenlediler.
En güzel bacak kime ait çıktı, biliyor musunuz?
Mehmet Yakup Yılmaz’a...
İskoç eteğini kendine yakıştıran ama yazıları hiç ilgi görmeyen Mehmet Yakup sadece başarısız değil, kötü bir yazardır da.
Şimdi hangi mecrada yazdığını faş edersem şaşırırsınız.
Fetullahçı liberallerin “iş tuttuğu” bir sitede yazıyor...
Dolayısıyla, kendi kendine gelin güvey yazıları hiç yankı uyandırmıyor.
Ne yapsın, o da tuttu Hannah Arendt’ın, “Kötülüğün Sıradanlığı” isimli kitabına atıf yaparak, İkinci Dünya Savaşı yıllarında yaşanan büyük insanlık dramının altında muhakeme yeteneğini ve vicdanını kaybetmiş “küçük adamın” oynadığı rolü yazdı.
Kendince AK Parti eleştirisi yaptı.
Hannah Arendt “küçük insanı” yazmıştı.
Bizimki “küçük insan” bulamadığı için önce Mahir Ünal’a, sonra küçük bir trol grubuna sataştı.
Bakın Mehmet Yakup Yılmaz adlı üst bilince ve güzel bacaklara sahip “yazar” Mahir Ünal’ı görünce ne hissediyormuş? “Mahir Ünal ismi altında tanımlanmış bir birey olarak sadece Mahir Bey’inkini değil, iktidardaki koalisyonun bütün yöneticilerinin özel hayatlarında nasıl tipler olduğunu merak ediyorum. Yani merak ettiğim adını ve soyadını bildiğimiz gerçek bir kişi değil aslında. (….) Daha çok bir arketip! (….) Mesela karılarını dövüyorlar mı? Çocuklarına karşı nasıl bir tutum içindeler? Kız çocukları ile oğlan çocukları arasında fark gözetiyorlar mı? Komşuları ile ilişkileri nasıl? Karşı cinse nasıl davranıyorlar? Bir kadın ile tanıştıklarında akıllarından ilk geçen ne oluyor? Haksızlıklar karşısında susarak ‘dilsiz şeytan’ olmayı eleştirirler mi? Elde ettikleri pozisyonu kaybetmek pahasına itiraz etme kudretine sahipler mi?”
Görüyorsunuz değil mi Mehmet Yakup Yılmaz’ı...
Kendisi için “normal” saydığı davranışları başkalarında “nakıs” görüyor.
Öyle ya, uzaydan geldi onlar. Hiçbir insani ve medeni refleks gösteremezler...
Yazının en “anlamlı” yeri de şurası: “Haksızlıklar karşısında susarak dilsiz şeytan olmayı eleştirirler mi?”
Bunu soran sen misin Mehmet Yakup Yılmaz?
28 Şubat sürecinde genç kızlarımız tam 10 yıl gözyaşı döktüler.
Dönüp bakmadınız bile.
Okullar, yurtlar kapatıldı, oralı olmadınız.
Patronlarınızın armağanı olan “korunaklı” villalarınızda oturup, darbe beklediniz.
Darbe gecikince de “hukuk cinayeti” sayılabilecek yazılar yazdınız.
Bak bakalım dilsiz şeytan olmak kime daha çok yakışıyormuş?