Ekrem İmamoğlu bu... Bir konuşmasında (boş konuşmaların birinde) “Kendim olmak gibi bir huyum var” demişti.
Kendisi oluyor adam...
Neden kızıyoruz ki?
İstanbul’daki sel felaketi sırasında Bodrum’da tatildeydi. Gözler onu aradı. İki gün sonra çıkıp geldi, üzerine kırmızı yeleğini giyinip birkaç kare poz verdi, sonra Bodrum’a, yarıda bıraktığı tatiline kaçtı.
Elazığ’da da aynını yaptı.
Çünkü tatil ona “çok yakışıyor”du.
Hanımefendiyle birlikte gitti, birkaç “sırıtık” poz verdi (ikisi de komik bir şey görmüş gibi otuz iki dişini göstererek sırıtıyordu), oradan geceliği 14 bin liraya Erzurum’daki Palandöken Kayak Tesisleri’ne kaçtı.
Bazı muarızları ve taraftarları diyor ki, “Ekrem İmamoğlu rakiplerinin eline koz verdi, yanlış yaptı...”
Ben aynı kanaatte değilim.
Ekrem İmamoğlu’nu gündemde tutan ve istikbalde bir siyasi aktör haline getirecek olan, verdiği “kozlar” ve söylediği “yalanlar”dır.
Bilerek yapıyor adam.
Bazı çevrelerde “tiksinti” uyandırsa da, konuşulsun ve gündemde kalsın istiyor.
Değişik bir insan türü...
Dijital dönemin ve sosyal medya çağının prototip siyasetçisi.
Kaybettikçe kazanacağını düşünüyor.
İlginçtir, kendi mahallesinde popülaritesini yükseltiyor da...
YÜZYILLIK ÇIBAN!
Tarih boyunca işlediği cinayetlerden dolayı kendisine yöneltilebilecek eleştirileri ustaca bertaraf eden, asılsız yaygara ve gerçek dışı iddialarla her türlü “illüzyonu” yaratabilen tılsımlı bir güç var karşımızda.
Ki, bütün elit-entelektüel-seçkin zümrenin desteğine sahip...
Bütün dünya sanayi ona çalışıyor.
Bütün enformasyona kanalları...
Bütün mali piyasalar.
Bütün Hollywood.
Bütün yayın kuruluşları.
Bütün “academic” getolar.
Bütün ödül, derecelendirme ve taltif mekanizmaları.
İzlediğimiz her film bize “manipülasyon” olarak geri dönüyor, satın aldığımız her mamul “terör” ve “dehşet”ten başka bir şey üretmiyor.
Şehirlerimizde, kasabalarımızda, köylerimizde, sokaklarımızda bu büyük “manipülasyon merkezi”nin ürettiği haberler ve görüntüler...
Evlerimizde, odalarımızda, işyerlerimizde onlar...
Televizyonda karşılaştığımız her program “cinayetler çağı”nı kutsayan görüntülerle dolu.
Okuduğumuz her kitap.
İzlediğimiz her film.
Katıldığımız her etkinlik.
Her türlü mevkute, envanter, basılı kağıt...
Biz ikinci büyük savaşta gaz odalarında telef edilmiş mağdurlara ağlarken, Ortadoğu’da savaşın dehşeti çocukları yakıyor.
Ortadoğu’da kan döken var olma savaşı veren “mazlum”, “mağdur” ve “sıkışmış” bir halk değil, “Siyonizm”in yüzyıllık düşlerini ihya için silaha sarılan katiller ordusu...
Dünya, Siyonist azgınlığın elinde rehin, yeni savaşlara sürükleniyor.
Korkarım yirmi birinci yüzyıl, insanlık dışı uygulamaların “İsrail ulusu”, “İsrail toplumu”, “İsrail kamusu” gibi kolektif yapıların menfaatlerine atıfla meşrulaştırıldığı bir Amerikan ve İsrail yüzyılı olacak.
Sadece terör ve gözyaşı üretecek!