Bu yazının başlığı, “Ben olsam, sana selam bile vermezdim” olacaktı.
Babacan’ın partisi DEVA devreye girince, değiştirmek zorunda kaldım.
Önce Babacan’ın partisiyle ilgili bir çift söz söyleyeyim:
Davutoğlu’nun “ıskaladığı” ne kadar liberal varsa, partiye doldurmuş durumda.
İlaveten, bazı AK Partili eski bakanlar ve milletvekilleri...
Mustafa Yeneroğlu adlı şahıs bile var.
Hani kendi partisini eleştirirken gürül gürül çağlayan; iştahla, iştiyakla, şehvetle şakıyan, partisine ve hassaten Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik taarruzlar (ve küfürler) karşısında ağzını dahi açmayan tırsak şahıs var ya, işte o...
Uzun yıllar, liberaller tarafından “ilke insanı” diye pazarlandı.
İlkeyle milkeyle işi olmazdı...
Sadece kurnaz ve nankör bir
adamdı...
Mustafa Yeneroğlu’nun olduğu, Abdullah Gül’ün olmadığı bir parti, nasıl bir partidir?
Ben, açıkçası, bu durumu kınıyorum.
Madem tavırsızlıkta birbirleriyle yarışanlardan bir “şey” elde edilmek isteniyordu, Gül’den daha tavırsızını nereden bulacaklardı?
Denilenlere göre, Gül’le Babacan’ın arasına kara kediler girmiş...
Gül partiye katılmak istememiş.
Sadece isim dikte etmiş. Babacan da “kurucular kurulu”na yerleştirmiş.
FETÖ’cülerin çok güvendiği ve ismi RAND raporunda geçen malum şahsı da Gül mü önerdi acaba? Merak...
Benim tahminim şu:
Gül, sadece tavırsız değil, aynı zamanda üşengeç bir adamdır.
Elini taşın altına koymaz.
Her şeyin başka eller tarafından hazırlanıp önüne konulmasını ister.
Sonra seçimini yapar.
Burada da öyle olmuştur... “Hele siz bir hazırlayın, geniş bir zamanda bakarız!” demiştir.
O “geniş zaman”a Kemal Kılıçdaroğlu’yla yapılan bazı pazarlıklar da dahil elbette.
Gül’ün, bir süreliğine “bağımsız” ve “tarafsız” görünmesi gerekiyor çünkü.
Ki, Kılıçdaroğlu tarafından “çatı adaylığa” layık görülsün.
Babacan bahsi şimdilik bu kadar...
Gelelim Davutcan bahsine.
Davutcan, pazar günü Konya’da bir nümayiş yaptı. Yüzlerce araçlık konvoya kendisini karşılattı.
İyi yaptı.
Bir de internet üzerinden bir “nutuk” saldı.
Konuşmasının bir yerinde (özetle) şöyle bir yakınmada bulunuyordu: “İdlib’de 33 şehit verdiğimizde tek tek bütün siyasi parti liderlerini aradım. Kılıçdaroğlu, Akşener ve Karamollaoğlu’yla görüştüm. Ama Sayın Cumhurbaşkanı telefonuma çıkmadı.”
Ben de olsam, telefonuna çıkmazdım.
Hatta selam bile vermezdim.
Çünkü karşımızda, “Kim ne derse desin ben sözüme sadığım, Cumhurbaşkanımızla kurduğum vefa ilişkisini son nefesime kadar sürdüreceğim. Hiç kimse benim ağzımdan, benim dilimden, benim zihnimden Cumhurbaşkanımız aleyhine tek bir söz duymadı. Duymayacak” demiş ve bu sözünü tutmamış bir adam var.
Daha önce de hatırlatmıştım:
Davutoğlu, son altı aydır sistematik olarak Erdoğan’a saldırıyor...
Öyle böyle değil, bayağı saldırıyor...
En son Halk TV’nin sitesinde görmüştüm.
Şöyle diyordu: “Kendi oğlunu diğer vatan evlatlarından ayıran biri, devlet adamı olamaz...”
Hazır Erdoğan’a laf sokuyor olmanın “iştahı” devam ediyorken, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde “parti olarak” bir klip yayınlayıp yine Erdoğan’a yürüdüler; hem de “sen” diyerek ve terbiyesizce laflarla... (Bu klibin içeriği tam FETÖ’cülerin istediği türdendi.)
Şimdi siz söyleyin...
Böyle bir adamın telefonuna çıkılır mı?