Aslında Türkiye’nin ne kadar eğlenceli bir ülke olduğundan bahsetmek niyetindeydim bugün. Emperyalistin önde gideni bayrak dikeni İngiltere’nin kraliçesi, uzun ve “ağır suçlu” hayatının ardından ölünce çok eğlenceli bir ülke haline geldik çünkü yine. Bir yanda Abdullah Gül’e “başınız sağolsun” diyerek bizi bizden alan Nihat Genç, bir yanda “Prens Charles aslında Müslümanmış” zırvasını dolaşıma sokan tayfa, bir yanda Cumhurbaşkanının diplomatik vazifelerini unutmayı tercih edip “bak ama o da taziye dileklerini sundu Kraliçe için” diyen dangozlar ve daha nicesi.
Ben bu “daha nicesi” içinde favorimi yine “Türk seküleri” olarak belirledim. Dünden beri mutluluktan, zevkten dört köşe Türk seküleri. Bizim ölülerimizin ardından dağıttığımız yemeğe, okuduğumuz mevlide, düzenlediğimiz kırk merasimine burun kıvıran Türk seküleri, Kraliçe’nin bilmem kaç gün sürecek “akıl izan dışı cenaze töreni”nin hemen her ayrıntısına “tapınma düzeyinde” ilgi gösteriyor. Aman bir gelenek düşkünü oldular, bir tören tapıcısı oldular aklınız durur.
“Favorim Türk seküleri” dedim ama bir de plasem var. Ellerinden gelse “peki şimdi ne olacakcı geldi hanım; yeni komplolar alır, eskilerini satarım” diye çığırtkanlık yapacak komplo teorisyenlerine de gün doğdu. Aman efendim bir teoriler bir teoriler. “Prens Charles’ın kral olması ne anlama gelecek?” diye başlayıp ipe dizsen ipe gelmez sapa dizsen sapa gelmez ne çıkarımlar. He canım, kraliyet tacını giyer giymez Fransa’ya donanma çıkaracak Charles efendi. Madem Müslümanmış, adına para bastırıp hutbe irad ederse de şaşırmayalım yani. Bildiğin, dümdüz, İngiliz emperyalizmi lan işte. Yoluna olanca pisliğiyle devam edecek, hepsi bu.
Eh, teşehhüt miktarı da olsa Kraliçe’nin ölümünün ardından diyeceklerimi demiş oldum. Şimdi asıl meseleme gelebilirim ve asıl meselemin bu kadar eğlenceli olmadığı çok net.
Youtube, Ersin Çelik ve arkadaşlarının Yeni Şafak için hazırladığı ve bütün engellemelere rağmen milyonlarca insana ulaşan “LGBT Dosyası”nı yayından kaldırmanın bir yolunu bulmuş sonunda. Bilim adamlarının, doktorların, alanında uzman isimlerin eşcinsellikle ilgili “bilimsel kanaatleri”ni paylaştıkları video “bu video, Youtube’un nefret söylemiyle ilgili politikasını ihlal ettiği için yayından kaldırıldı” notuyla birlikte silinmiş.
Diyebilirsiniz ki “kardeşim, videoda LGBT’lere sapık, lanetli, aptal, çirkef falan dendiği için bunu nefret suçu saymış ve yayından kaldırılmıştır youtube.” Yahut diyebilirsiniz ki “abicim, LGBT bireyleri açıkça aşağılayan, hedef gösteren bir dili vardı videonun. Youtube’un bunu yayından kaldırması çok normal.”
Doğrusunu isterseniz, böyle şeyler yüzünden yayından kaldırılmış olsaydı video, bunu anlayışla karşılamaz ama anlardım. Modern dünyanın uydurulmuş duyarlılıklarına uygun olurdu bu hiç olmazsa. Sıfır hakaretle, sıfır aşağılamayla, üstelik buna özel olarak özen gösterilmiş bir video idi yayından kaldırılan videomuz. Hatta bazıları tarafından “fazla ılımlı” bile bulunabilirdi, çünkü tam anlamıyla bir “anlama çabası” idi.
Niçin “nefret suçu işliyorsunuz?” dedi bize Youtube biliyor musunuz? Videoda alanında uzman bir doktor “eşcinsellik tedavi edilebilir” dediği için.
Doğru duydunuz. Youtube için “eşcinsellik tedavi edilebilir” cümlesi nefret söylemi imiş. Çünkü ancak hastalıklar tedavi edilebilirmiş ve eşcinsellere “hasta muamelesi yapmak” açıkça nefret söylemi imiş. Aşırı yorumun bu kadarına da yuh artık. Duyarlılıklarını sevdiklerim.
Biliyorsunuz, eşcinsellik meselesinde temel ve tamamlanmamış tartışma şu: Bilim dünyasının hatırı sayılır bir kısmı eşcinselliği “onarılabilir, tedavi edilebilir bir rahatsızlık, bir sapma” olarak tanımlıyor. Diğer kısmı da eşcinselliğin “fıtri, ontolojik” olduğunu savunuyor. Bu tartışma, bilim dünyası açısından bitmiş, tamama erdirilmiş bir tartışma değil. Üstelik eşcinselliği “onarılabilir bir rahatsızlık” olarak ele alan tarafın argümanları eşcinselliğin ontolojik olduğunu savunan tarafın argümanlarına göre tabiri caizse “kaya gibi sağlam.” Çünkü eşcinselliğe “fıtri” diyen taraf ne yapıyor ediyor bunun “genetik bir durum” olduğunu ispat edemiyor.
Buna rağmen Youtube, bitmemiş, hitama ermemiş, sonuca bağlanmamış bir bilimsel tartışmada “nefret söylemi” buluyor. Çünkü modern dünyanın verili dili LGBT’yi her ne pahasına olursa olsun “dokunulmaz kılmak” üzerine kurulu. En inceldiği, en incindiği, en hassaslaştığı yer burası. Zayıf karnı da diyebiliriz.
Dönelim silinen, nefret söylemi bulunan videomuza. Elbette Youtube Türkiye ofisine dava açıldı. Konunun hukuken takipçisi olacak, yayınladığımız videoyu da başka platformlardan ulaştırabildiğimiz kadar çok insana ulaştıracağız.
Fakat mesele şu. Youtube Türkiye ofisi, bizim onları dava etmemizden de, bu davanın aleyhlerine sonuçlanması fikrinden de gayetle ürkmüş durumdalar. Çünkü 3 aydır engellemeye doyamadıkları dosyamızı yayından kaldırmalarının hukuken “aşırı saçma” olduğunun farkındalar. Kaybedecekler, biz de onları afişe edeceğiz yedi iklim dört bucakta.
Diğer yandan, Ersin Çelik de, ben de, kurumsal olarak tüm Yeni Şafak da “nefret söylemi tuzağına düşmeden”, asıl olanın “günahkârdan değil günahtan nefret etmek olduğu”nun bilincinde olarak LGBT işini anlamaya, anlamlandırmaya, modern dünyanın çektiği bütün numaraları faş etmeye devam edeceğiz.
Çünkü verdiğimiz mücadele, her şeyden arındırılmış olarak söylemek gerekirse, nesillerin sağlıklı şekilde sürdürülebilmesi mücadelesidir. Kurum olarak bunun omuzlarımızda “tarihi bir sorumluluk olarak” durduğunun bilincindeyiz. Sonu nereye giderse gitsin, nereye çıkarsa çıksın bu sorumluluğun gereğini yerine getireceğiz.
Onun için Youtube’a da, LGBT’yi “dokunulmaz alan” olarak tanımlayan modern duyarlılıklar dünyasına da kötü bir haberimiz var: Biz içerik üretmeye, LGBT hikâyesini, daha doğrusu LGBT pazarını anlamaya, anlamlandırmaya, sınıflandırmaya, bu pazarın kurduğu devasa ağı ifşa etmeye devam edeceğiz. Vız gelir, tırıs giderseniz.