Tüketim kültürü ve bu kültürün önemli yapıtaşlarından biri olan kültür endüstrisi tabiri caizse “bir zulüm düzeni” de oluşturuyor. Tekrarda fayda var. Kültür endüstrisinin de -diğer bütün endüstriler gibi- yegâne amacı kârlılığı maksimize etmek, çok para kazanmaktır.
Belki hatırlayacaksınız, geçen yazımda Kore popu üzerine yazmıştım. Bugün, meseleyi tam da bu zulüm düzeni üzerinden genişletmeyi deneyeceğim.
Pop müzik piyasasında esamisi okunmayan Güney Kore, 1990’lı yıllardan itibaren muazzam bir atak gerçekleştiriyor. Bugün gelinen noktada K-Pop, dünyada milyonlarca takipçisi olan, ürettiği yıllık ekonomi 100 milyar bandına yaklaşan devasa bir sektör. “Şu Gangam şarkısı sadece Youtube üzerinden 2,8 milyar kez izlenmiş” diyeyim de sektörün büyüklüğüne dair bir fikrimiz olsun.
Peki, nasıl olmuş bu gelişim? Kore’nin eğitimdeki başarısıyla aynı yöntemlerle, yani zulümle… Çocukları birer “eğitim robotu” gibi kurgulayan, haftada 6 gün, günde 14 saat eğitim veren Güney Kore’de çocuklar, sınıflarında bir arkadaşları bu düzene dayanamayıp intihar ettiğinde “bir rakibim eksildi” diyerek seviniyorlar. Kore’nin “kaplan anneleri” yani öğrenci velilerinin ruh halleri üzerine yazılmış kitaplar var. Okullardaki intihar istatistikleri korkunç… Günün sonunda evet Güney Kore eğitimde çok başarılı… Fakat o başarının gerisinde intihar etmiş çocuklar, ilaçlar olmasa ayakta duramayacak öğrenciler, çocuklarını makineden farksız gören anne-babalar gerçeği var. Soru şu: Bu, başarı mıdır?
Pop sektöründe de sistem hemen hemen aynı şekilde işliyor Güney Kore’de. Sistem şöyle: “Pop yıldızı olabilmek için endüstrinin açtığı “idol” yarışmalarına katılıp elemeleri geçmeye çabalıyorsunuz. Bu zaten, o yarışmalara katılmadan önce bir dünya ders almanız gerektiği anlamına geliyor. Elemeleri geçerseniz şirketler sizinle bir stajyerlik anlaşması imza ediyorlar. “Stajyerlik anlaşması” dediğime bakmayın. Bu anlaşmalara verilen yaygın isim “kölelik sözleşmesi.”
Elemeleri geçen çocuklar süresi belirsiz ve olağanüstü zor bir eğitime alınıyorlar. Elbette para yok. Hiç mi yok? Evet, hiç yok. Hatta şu: Albüm yaptıktan sonra kazanacakları gelirleri de bu anlaşmalarla eğitimleri karşılığı ipotek etmiş oluyorlar.
Eğitiminiz 4, hatta 5 yıl sürebiliyor. Hasta olmanız, annenizi özlemeniz falan bu şirketlerin umurunda değil. Bir makinesiniz onlar için ve başaramazsanız da “bir atık” muamelesi görüyorsunuz, bir gram fazlası değil.
Eğitiminiz biterse bu şirketler sizi başka gençlerle eşleştirip bir grup haline getiriyor. Size bir çıkış yaptırıyorlar. Çıkışınız başarılı değilse yeriniz yine çöplük.
Çıkış aşamasına bile gelemeden çöpe yollanan gencecik bireylerin yanı sıra çıkışı başarılı olmayan gençler de yollanıyor çöpe. İşin orası intihar öyküleriyle, psikolojik travmalarla dolu.
Çıkış yapıp başarılı olduğunuzda ise köleliğiniz perçinleniyor. Şirket size hangi hayatı yaşamanızı uygun gördüyse onu yaşıyorsunuz. “Kusursuz pop ikonları” olmak için gerekli gördükleri neyse o yani.
İşin tuhaf yanı ise şu: Bu zulüm düzeni işini o kadar iyi yapıyor ki eline sekiz on yıl bir kuruş para geçmeden çalışan, şirketlerine milyarlarca dolar para kazandıran bu gençler dünyaya “özgürlük, başarı, mutluluk” falan gibi kavramlarla pazarlanıyorlar.
Endüstri işini şansa bırakmaz: Bütünüyle kontrol ettiği resmi hayran topluluklarına satılan ürünler, güya yardım kampanyası için hayranlardan toplanan ve nereye nasıl harcandığı çok da bilinmeyen gelirler, stadyum konserleri falan filanla milyarlarca dolar kazanıyorlar.
Geriye, ruhları yaralı, menajerlerinden tokat yiyen, izin almadan sosyal medya paylaşımı bile yapamayan, âşık olması yasak, ailesiyle ilişkileri şirketler tarafından belirlenen, şiddet gören, ırkçılık uygulanan, yaşadığı tuhaf köleliği kaldıramadığı için intihar eden, deliren şarkıcılarla onları idealize ederek mutluluğun, kendini sevmenin, başarının anahtarını bulduğunu zanneden hayranların oluşturduğu devasa ekonomi kalıyor.
Elbette, K-Pop dinleyen genç hayranlar bu yazıma da çok kızacaklar. Hatta gerçekler bütün açıklığı ile ortadayken bu şirket düzeninin bile böyle olmadığını iddia edecekler falan. Zira bu devasa endüstrinin en büyük başarısı, o sanal yanılgıyı şahane şekilde oluşturma becerisi. Yani oluşturdukları şu: Ekranda gördüğümüz kölelere bağımlı gönüllü köleler…
İşin doğrusunu söylemek gerekirse, alçaklığıyla maruf Amerikan eğlence endüstrisi bile Kore eğlence endüstrisinin yanında ilkokul birinci sınıf düzeyinde kalıyor.
Haydi şu kadarını da söyleyeyim. Ekonomiyi bunca iyi organize eden düzenek, elbette mesajı da organize ediyor. K-Pop gruplarının organize edilişine azıcık çalışarak ulaşılabilir bu şemaya. İyi aile çocuğu olanından cinsiyetsizlik önerenine, eşcinsellik pompalayanından “mutlu ol yeter” diyenine, romantiğinden isyankârına kadar son derece geniş bir “galeri” bu. Üzüldüğüm şudur: Gencecik insanları bu sanal zindandan nasıl çıkarabileceğimize dair hiçbir fikrimiz yok! Endüstri, üç kuruş daha kazanmak için tank gibi geçiyor çocuklarımızın üzerinden. Ve üzülerek izlemekten başka yapabileceğimiz neredeyse< hiçbir yönteme sahip değiliz.
Son not: K-Pop gençleri, sizden rekor bekliyorum. Yazımın altındaki öfke emojisi rakamı 2.000’den az olursa kabul etmem. Unutmayın, sizi gerçekten çok seviyor ve önemsiyorum. Linç edilmeyi göze alarak bu yazıyı yazmam da sadece bunun bir göstergesidir.