Biliyorsunuz, AK Parti, kuruluşunun 23. yılını kutladı hafta içerisinde. Bu 23 yılın 23’ünü de iktidar koltuğunda geçiren AK Parti, Türk siyasi tarihine kelimenin gerçek anlamıyla “altın harflerle” yazdırdı adını. Hiçbir siyasi partiye nasip olmayan bir başarı ve ikbal yakaladı.
Elbette, iktidar ömrü bu denli uzun olan bir siyasi partinin biriktirdiği birtakım hatalar, birtakım yanlışlar da oldu. Bunu da büyük oranda normal karşılamamız gerekir. İktidarın yıpratıcılığı pek çok başka yıpratıcılıklardan daha serttir üstelik.
Tabii bu kutlamalar aynı zamanda, geçtiğimiz yerel seçimde “ağır bir mağlubiyet” olarak değerlendirebileceğimiz bir yenilgi alan AK Parti açısından bir yandan “buradayız, işimizin başındayız” mesajı verme fırsatıydı, bir yandan da kamuoyu önünde ciddi bir özeleştiri yapma fırsatı.
Gördüğüm kadarıyla bu iki fırsat da “gümbür gümbür” kullanılamadı yıl dönümü kutlamasında.
Bunun birkaç sebebi olabilir elbette. Öncelikle, Türkiye’nin içerisinde bulunduğu ekonomik ve politik durum, AK Parti’ye bir “özeleştiri fırsatı” tanımıyor olabilir. Yani “şu içerisinde bulunduğumuz nezaketli dönemde bir özeleştiri süreci yürütmeyelim” denilmiş olabilir. Anlayışla karşılayabileceğim ama asla doğru bulmayacağım bir seçim bu.
Diğer yandan, AK Parti çevrelerinde sıkça konuşulan “aslında ne olup bittiğini kimse samimiyetle tartışmıyor, herkes bulunduğu pozisyonu koruma ve tahkim etme derdine düşmüş görünüyor” cümlesi de bir şekilde “hakikat” olabilir. AK Parti’de inisiyatif kullanarak, “yerel seçim mağlubiyetimde benim de payım var” diyerek istifa ettiğini gördüğümüz, duyduğumuz kimse olmadı malum. Hani birileri istifa etti de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “bekleyin, şimdi sırası değil” dedi diye bu istifalar hayata geçmedi durumu bile yaşanmadı bildiğimiz ve gördüğümüz kadarıyla. Yani galiba AK Parti içerisinde yerel seçim mağlubiyetinin yükünü karşılamaya ve taşımaya talip kimse çıkmadı. Hatta yerel seçim mağlupları da birer ikişer kendilerine bazı siyasal ya da bürokratik pozisyonlar da edindiler.
AK Parti’de herkes yine ve her zaman olduğu gibi değişimi de, özeleştiriyi de, yeni dizaynı da Cumhurbaşkanımızdan bekliyor anladığım kadarıyla. Ve bu değişim, özeleştiri ya da dizayn olana kadar “tam siper gizlenelim de pek göze batmadan pozisyonumuzu koruyalım” diyor galiba herkes.
“Bir yerde bir mesele özel olarak konuşulmuyorsa tüm mesele ondan ibarettir” denilmiştir malum. Yerel seçimden sonra toplumun pek çok kesiminden yükselen “AK Parti değişmeli, dönüşmeli, özeleştiri yapmalı, kadrolarını yenilemeli” itirazları giderek söndü zaman içerisinde. Şimdilerde ise AK Parti’ye oy veren kesimlerin hemen tamamında “değişim olmayacak” duygusu yerleşik hale geliyor.
Bu, burada bir dursun.
Kalemi dışında bir gücü ve arzusu olmayan ben sussam sorun kalmayacak-mış gibi hissediyor bazıları, biliyorum. Oysa durumun ne benim yazmamla ne de susmamla ilgisi var. Türkiye’nin sağ ve salimen yoluna devam edebilmesi için gereken yöntem, alet ve edevatı bulamaz, ele geçiremezsek benim yazmamın da, susmamın da, AK Parti elitinin koltuklarında kalmalarının da, kalmamalarının da herhangi bir önemi kalmayacak.
Cumhurbaşkanımızın Türkiye ile ilgili en temel endişesi olan “güvenlik” endişesi bana giderek bir “Türkiye’nin varoluşuna dair de bir endişe” imiş gibi gelmeye başladı. Üstelik bu endişe, hepimiz tarafından hissedilen bir gerçekliğe dönüştü. AK Parti, uzun siyasi hayatının görece en zayıf kadrolarıyla bu var oluş endişesini berhava edecek mevzileri kurmaya, tahkim etmeye güç yetirebilecek mi? Yalın şekilde sorumuz budur. Ve bu sorunun yalın şekilde cevabı şudur: “Zor, pek zor.” Değişim, en çok da bu bakımdan kaçınılmaz bir zorunluluktur AK Parti açısından.
Bu da burada bir dursun.
AK Parti’nin “prime” döneminde üç büyük üstünlüğü vardı. Ahlaki üstünlük, söylem üstünlüğü ve politik birliktelik üstünlüğü. Ahlaki üstünlüğün hala bir şekilde AK Parti’nin elinde olduğunu düşünüyor ve görüyorum. Seküler-Kamalist sekterliğin bir ahlaki üstünlük geliştiremeyeceğini de düşünüyor ve görüyorum çünkü.
Ancak söylem üstünlüğü ve politik birliktelik üstünlüğü bahislerinde AK Parti’nin epeyce zayıfladığını da görüyorum. Sokak hayvanları yasasında çıkan çatlak seslerden Belediyeler Birliği seçimlerinde İmamoğlu’na oy veren AK Partililere, olaylar karşısında hangi temel siyasi söyleme yaslanacağını bilemeyecek düzeyde “AK Parti cahili” AK Parti vekillerinden siyasetin gündemini avcunda tutmaktan çok uzak görünen AK Parti Genel Merkezi’ne uzanan bir “toplu zayıflama” söz konusu.
Elbette Cumhurbaşkanımızın aklında bir harekat planı, bir değişim haritası, bir yöntem değişikliği fikri vardır. Ona şüphe yok. Ancak bu süreç uzadıkça, bu sürecin yanına Türkiye’nin ekonomi, sosyal adalet, gündelik hukuk ve benzeri alanlardaki sorunları eklendikçe işin hatırı sayılır bir umutsuzluk dalgasına dönüştüğünü de akıldan çıkarmamak lazım gelir.
Şu olağanüstü nezaketli süreç değişmeyerek değil ancak değişerek atlatılabilir Türkiye açısından.