Büyük oranda tepki çekecek bir şey söyleyeceğimin farkında olarak söylemek istiyorum. Ayasofya’nın ağzına kadar cemaatle dolmasıyla Aksa’nın özgür kalması arasında anlamlı, nesnel bir bağ kuramayız.
O esnada Ayasofya’da namaz kılan birinin Aksa için ettiği dua ile Aksa’nın kurtulması arasında kuracağımız bağ dünyanın en anlamlı bağıdır. Bundan hiç şüphem yok.
Ancak “Müslümanlar göstergesel olarak daha dindar olursa Aksa da daha rahat kurtulur” tezinin her bakımdan tuhaf bir tez olduğunu düşünüyorum. Üstelik bizim Aksa’yı fethetmemiz için önce Aksa’nın bizi fethetmesi de gerekmez. Yine üstelik bunu böylece söyleyen insanların samimiyetinden de zerrece, ama zerrece şüphem yoktur. Sadece politik bilinçlerinin zedelenmiş, yaralanmış bir politik bilinç olduğunu görerek üzülüyorum.
Şöyle bir yerden devam edeyim. Müslümanların geri kalmasının “göstergesel dindarlıkla” ilgisinin olduğuna şüphe yok. Yani şu: “Göstergesel dindarlık” arttıkça geri kalma oranımız da artmış.
Ne demek istiyorum? Şunu: Müslümanların zayıflığı, politik bilinçlerinin zayıflığı ile ilgili bir meseledir. Bu politik bilinç, namazı, orucu, haccı, cihaddan, savaştan, mücadeleden ayırmaya başladığı dönemlerde zayıflamış, yaralanmıştır.
Dolayısıyla “önce Ayasofya’yı tüm vakitlerde ağzına kadar dolduracağız ki Aksa özgür kalsın” cümlesi bu politik bilinci yaralamaktan başkaca işe yaramaz.
Buradan bir patika bulalım kendimize. Biz, malum, zafere değil sefer etmenin gerekliliğine inanırız. Lakin, zaferin de tevessülle, vesileyle geldiğini biliriz. Öyle olmasa Efendimiz(s.a.v.), Bedir’de okçuları su kuyusunun önüne yerleştirdiğinde Hz. Hamza (r.a.) gelip “eğer bu hususta vahiy almadıysan okçuları yanlış yerleştirmişsin” demezdi. Vesileye, stratejiye inanmazdık. Yani zaferi isteyeceğiz, zafer için yapmamızın doğru olduğunu düşündüğümüz her şeyi yapacağız ve bütün bunları yaparken de zaferin Allah’tan olduğuna dair inancımızı bir an olsun aklımızdan çıkarmayacağız.
Derdimi tam olarak anlatmak için örneği yine Ayasofya’nın ağzına kadar dolmasından vereceğim. Ayasofya’yı ağzına kadar dolduran insanların arasından bir yazılım mühendisi çıkacak ve İsrail’in demir kubbesini etkisiz hale getirecek bir kod yazacaksa Ayasofya’yı ağzına kadar doldurmanın bir anlamı var Aksa bakımından. Zira savaş parayla, askerle ve savaş teknolojisi ile kazanılan bir şey. Filistin’de eksik olan şeyse asker değil; para ve savaş teknolojisi.
Kalıp sloganlarla, kadim ezberlerle olmaz. Filistin mücadelesinin neye ihtiyacı olduğunu analiz etmeden, savaşın seyrini süzmeden olmaz.
“Göstergesel dindarlığımızda zaaf var da Mescid-i Aksa o yüzden esir” söylemi romantik olmasının yanısıra tehlikeli de bir söylemdir. Zımnen İsrail’in galibiyetini kabullenme amacına hizmet eder istemeden de olsa. Zira bu söylem “biz kendimizi düzeltemiyoruz da o yüzden Aksa esir” gibi bir “yenilgi kabullenişi” oluşturur zihnimizde. Kulun kendini dünyada “yüzde yüz düzeltmesi” imkân dışı olduğu için “eh, ne yapalım, biz kendimizi düzeltemedik, Aksa da esir olsun” mu diyeceğiz? Olur mu öyle şey?
Bize, Ayasofya’yı doldurup doldurmadığından bağımsız olarak politik bilinci yüksek mühendisler lazım ki yaptıkları silahlarla İsrail’e dünyayı dar edelim. Bize, Ayasofya’yı doldurup doldurmadığından bağımsız olarak politik bilinci yüksek zengin Müslümanlar lazım ki verdikleri paralarla hem Filistinli kardeşlerimizin rahatça yaşamalarını temin edelim hem de silah üretiminin devamlılığını sağlayalım.
Haa, bu insanlar aynı anda Ayasofya’yı doldururlarsa ne âlâ, ne güzel. İstediğimiz, özlediğimiz tablo olur bu. Lakin “kurtuluşu şarta bağlamak ve bu şartı da göstergesel dindarlık olarak belirlemek” doğru politik tavır değildir.
Unutmadan, “Ayasofya’yı doldurmak da politik bilince dâhil değil mi?” diye sorarsanız rahatlıkla size diyebileceğim şey şudur: “Önce Ayasofya dolmalı ki Aksa kurtulsun” vasatı, politik bilinci değil politik bilinçsizliği işaret eder.
Bir de tabii bunun “dua işe yarasaydı Aksa çoktan kurtulurdu” versiyonu var. Bu versiyon da İsrail’in galibiyet alanlarından biridir. Dua, bizim silahımızdır ve öyle çok işe yarar ki. Denilebilir ki biz zafer için vesileler, stratejiler ararken aynı zamanda onu dua ederek sağlama alırız. Duanın Mümin’in silahı olması da tam buradan ve böylece anlam taşır.
Son olarak şunu da söylemek isterim: Aksa bu terörist İsrail’den kurtulduğunda Aksa’yı ağzına kadar elbette dolduracağız. Dolduracağız ki dost da düşman da bizdeki politik bilincin keskinliğine şehadet ede. Yoksa “Aksa tam dolmadan Doğu Türkistan kurtulmaz” demek için değil.
Bilmem aradaki o incecik meseleyi kırıp dökmeden, bir hata etmeden anlatmayı başarabildim mi?