Büyüklerinin ellerinden öpsün, kızım bu sene LGS sınavı denen akıl ve izan dışı sınava girdi. Ayıptır söylemesi, 491 puan aldı sınavdan. Bu puan ona hedefindeki bir okula, uzak ara Türkiye’nin en iyi imam-hatip okulu olan Kartal Anadolu İmam Hatip Lisesi’ne kaydolma şansı tanıdı. Anlayacağınız, bizim evde telaşlı bir heyecan yaşanıyor şu ara.
Hayır, ben imam hatip mezunu değilim ve hayır, kızıma okul tercihi konusunda hiç karışmadım. İlk tercih olarak Kartal Anadolu İmam Hatip Lisesi’ni yazdı ve kazandı.
Uzatmayayım. Gülşen isimli yeteneksiz popçunun imam hatiplerle ilgili o sözlerini kızı bu sene imam hatip lisesine kaydolacak bir baba olarak izledim anlayacağınız. Ve şöyle düşündüm: Yazık, bunun da büyüttüğü bir evladı var ve yine de milyonlarca evlada hakaret etme özgürlüğünü kendisinde bulabilmiş.
YETENEKSİZ EVET AMA BİR SOR NİYE?
Önce Gülşen’e mesnetsiz ve hatta öfkeyle “yeteneksiz” demediğimin altını çizmek isterim. Pijamalı klipli ilk şarkısından neredeyse çırılçıplak klipli son şarkısına kadar bütün müzikal yolculuğunu bilirim. Tuhaf ilgilerimden biri de budur çünkü. Türk popu denilen “düşüş biçimi”ni senelerdir takip ederim.
Gülşen’i “yeteneksiz kılan” iki husus var. Birincisi, Türkiye’nin vasat pop müzik ortamının görece en yetenekli isimlerinden biriyle evli olmasına rağmen yaptığı müziğe bir “derinlik” katamayacak kadar sığ bir müzik yaklaşımının olması. “Dan dan” ile başlayan feci düşüşü “Lolipop” isimli şarkısıyla iyice dip yaptı. Özellikle “Lolipop” ile “kadın iyi yorumcu ama” algısını da yerle bir etti bence. Bıraktık kenara Deniz Seki’yi, Sertap Erener’i falan, Demet Akalın’dan daha kötü söylüyor artık şarkıları.
İkinci husus ise daha derinde bence. Sezen Aksu, Nazan Öncel, Aysel Gürel, Meral Okay, Yıldız Tilbe gibi “sofistike söz yazarları”nın yanına bile yaklaşamadı Gülşen’in yazdığı tekerlemeler. Bir türlü “söz yazarı” olamadı Gülşen’den. Bunun basit, çok basit bir izahı var malum. Şarkı sözü ancak “içselleştirilmiş, hazmedilmiş bir kültürle” yazılabilir. Gülşen’de o “içselleştirilmiş kültür” hiç olmamış anladığım kadarıyla. Şarkı sözleri hep “plastik bir tatsızlık” barındırıyor o yüzden.
Eh, Gülşen de hemen tüm “öfkeli yeteneksizler” gibi başka şeyler yaparak gündem olmayı seçti. Günün sonunda geldiği yerse “istediğim yerimi de açarım tamam mı?” zevzekliği ile konserde adamların kucağına oturma ucuzluğu oldu. Sonunda da işte imam hatiplilere “sapık” dediği video ortalığa saçılınca “düşüş” tamamlanmış oldu.
TUTUKLANSIN ÇAĞRISI DA YANLIŞTI TUTUKLANMASI DA
O video ortaya çıkar çıkmaz başlatılan “Gülşen tutuklansın” kampanyasına asla gönül indirmedim. Bunu kayda da geçirdim. Hukuk burada bize yardım edemezdi zira. Değil Gülşen, bu millet hassas olduğu konularda ileri geri konuşan hangi kevaşe, hangi kepaze, hangi bit yavrusu olursa olsun hesabını kesmenin bir yolunu bulurdu çünkü.
Güner Ümit’in “yoksa siz Kızılbaş mısınız?” sorusu üzerine biten kariyeri dün gibi aklımda mesela. Örnekleri çoğaltmak da mümkün…
Gülşen’in tutuklanması “hukuka uygun bir yanlışlıktır” bana kalırsa. Dikkat: “Adildir” demedim. “Hukuka uygun” dedim. Gülşen’in yaptığı kepazelik konusunda adaletin er ya da geç tecelli edeceğine inanıyor, dahası bunu biliyorum. Ama bu adaletin “verili hukuk” eliyle sağlanmayacağını da biliyorum. Zelil olduğunu göreceğiz. Düştüğü yerden daha da düştüğünü göreceğiz. Buna hiç şüphem yok.
Alın size bazı gerçekler. Sadece geçen yıla baktığımızda Başak Demirtaş’a söven, Peygamberimize, Atatürk’e ya da Alevilere hakaret eden bir sürü şahsın tutuklandığını haber arşivi taraması yaparak görebilirsiniz. Hatta an itibariyle Fatih Tezcan “Atatürk’e hakaretten” hapiste. Atatürk heykeli kıranlar da tutuklanmış, Kur’an’a tekme atanlar da.
Hukuk, yasalar insan eliyle değiştirilip düzeltilene kadar, gereğini ve bildiğini yapmış görünüyor. Biri bir topluluğa “sapık” dedi diye tutuklanmamalı, tutuklanamaz bence. Burada yasaların elden geçirilmesi şart…
YİNE KAÇIRIYORUZ FIRSATI
Gülşen’in yaptığı o kepazelik belki büyük bir toplumsal farkındalık oluşturacaktı. Hukukun meseleye müdahil olup Gülşen’i tutuklaması o bakımdan büyük bir fırsatın elimizden kaçmasını sağladı. Kutuplaşmayı artırmaktan ve “düşüşünü tamamlamış” Gülşen’den bir kahraman çıkartmaktan başkaca bir şeye yaramadı bu tutuklama. Hatta iş öyle yerlere gitti ki Başak Demirtaş’a söven, Atatürk’e hakaret eden şahısların tutuklanmış olması falan ortadayken “iktidar hukuku kendi çıkarları için kullanıyor” kampanyası başlatılıp re’sen soruşturma başlatan savcının adı FETÖ’cü P.İ.Ç’ler tarafından ortalığa saçıldı.
Muhafazakârımızla, sekülerimizle elimizden kayıp giden “büyük fırsat” şudur: Kolaylıkla “sanatçı” payesi verilen, bu payeyle farklılık ve üstünlük talep eden, dilediği herzeyi yiyip her kepazeliği yapabileceğini düşünen o “zanaatkârlarla” topluca bir zihinsel hesaplaşmaya girişebilirdik.
Örneği muhafazakârlar üzerinden vereyim. Sıradaki Gülşen’leri kendi elleriyle, kendileri besleyip büyütüyor muhafazakârların. Ne demek istediğimi anlamak isteyen Sefo isimli ve her sahnesinde kriminal olaylar yaşanan o “düşük ayar rapçi”nin dün gece Sakarya Büyükşehir Belediye Başkanı ile verdiği poza bakabilir. Canlı görmek isteyen de “30 Ağustos Zafer Bayramı Kutlaması” münasebetiyle Eyüp Belediyesi’nin parasıyla vereceği konsere gidip kendi gözleriyle müşahede edebilir durumu. Çok uzağa da gitmeyelim isterseniz. Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın’la müzik yaptıktan sonra “aslında ben o albümde olmak istememiştim, gazozuma ilaç katmışlar” savunması yapan Erkan Oğur’a bile belediyeler marifetiyle avuç avuç para saçmaya devam ediyor AK Partili belediyeler. Bilinçsizlik had safhada yani. Bu, başka bir şeyden değil, sadece “eziklik psikolojisi”nden kaynaklanıyor. Uzatmayayım: Sefo konseriyle gençlerin oyunu alabileceğini düşünmek öyle böyle değil, uçsuz bucaksız bir ahmaklıktır.
Gerçekten kaliteli, sadece işine odaklanmış, kendisinde bir üstünlük vehmetmeyen, b.kunda boncuk aramayan, sahneden politik mesaj vereceğim diye kendini kepaze etmeyen bir dünya isim dururken Melek Mosso konserini iptal edip yerine Seda Sayan konseri verdirten belediyelerimiz var malumunuz. Bu kafayla o hesaplaşma yapılmaz, yapılamaz. Ha açık söyleyeyim: O konserler de oy getirmez, ama pekâlâ memnuniyet artırır.
Yahu kardeşim. Ebru Gündeş’ten tut da Funda Arar’a, Nilüfer’den tut da Kubat’a, Ender Balkır’dan tut da Tan Taşçı’ya, MFÖ’den tut da Buray’a, Mozale Miraç’tan tut da Ahiyan’a kadar sadece işini, müziğini, sahnesini yapmaya odaklanan yüzlerce seçenek varken “gençler sizi çok seviyormuş, hatta bana da kızım tavsiye etti sizi şehrimize çağırmayı” falan diye zırvalayan “organizatör ve menajer mahkumu” belediyelerle, başkanlarla bu iş olmaz, bu hesaplaşma gerçekleşemez.
Sonunu da söyleyeyim: Muhafazakârlarla sekülerler birleşip Gülşen’in donundan kahraman çıkarmayı başardı. Zira muhafazakârımız da sekülerimiz de bir türlü “meselenin ne olduğunu” anlamaya yanaşmıyor. Kızımın okuyacağı, milyonlarca yavrunun okumaya devam ettiği, milyonlarca insanın mezun olduğu okullara “sapık yetiştiren okul” muamelesi yapan kepazeye dünyayı dar etmek, onu ademiyete mahkûm etmek yapılması gereken en temel şeydir ve burada ne sekülerleri alakadar eden bir “yaşam tarzı savunusu” söz konusudur ne muhafazakârların hukuku yardıma çağırmasını gerektiren bir şey vardır ne de hukukun yaptığı doğrudur.
Azıcık silkinsek bu işlerin tamamını “sivil inisiyatiflerle” halledeceğiz. Vallaha halledeceğiz.