“Bir kırgınlık biçimi olarak yaşamak” yazmaya başladı gazetenin büyük bulmacasının altındaki “anahtar cümleyi buraya yazın kutucuğu”na. “Yaşamak” sığmadı.
Bulmaca işinde pek mahir olmadığından, bulmacaların anahtarlarını bulmakta da pek mahir değildi. O yüzden bulmacaları çözmeden “anahtar cümleleri” bulma alışkanlığı geliştirmeye çabalıyordu. Başaramıyordu.
Aslında hemen hemen hiçbir şeyde mahir değildi. Dünyanın en acemi, en iş bilmez adamı gibi hissederdi kendini. Dahası öyleydi de. Ampul de değiştiremezdi, birinin bir konudaki fikrini de…
Elindeki kalemi bırakıp “kırgınlık” kelimesinin üzerinde düşünmeye başladı. Anlamlı bir bütün oluşturmadı düşünceleri. “Şimdi bunu Esma’ya sorsam bana anlatırdı tane tane” diye geçirdi içinden. “Sormama mani bir şey yok ki” diye fısıldadı. Birazdan ineceği durağa gelecek, Esma’yla buluşacaktı çünkü.
“Kırgınlık sence nasıl bir kelime Esma?” diye sormaya karar verdi. Bunun doğru soru olmadığına kanaat etti. Kırgınlığın nasıl olduğunu öğrenmek istemiyordu ki. Çünkü biliyordu bunu. Hatta bundan başka bir şey bilmiyordu. Dünyada bildiği tek şey buydu.
“Kırgınlık hakkında ne düşünüyorsun” sorusunu sormayı düşündü. “Hani şu bizim kırgınlık var ya. Mahalleden. Onun hakkında” diye bir espri ile süslemeyi planladı sorusunu. Bunun sululuk olacağından endişe etti. Esma, sululuk sevmezdi.
Otobüsün arka kapısından inip yolun karşısına geçerken aslında yanlış bir yöntem uyguladığını fark etti. Öncelikle kırgınlığı ne bakımdan merak ettiğine karar vermesi gerekiyordu ki soracağı doğru soruyu bulsun.
“Kırgınlık kelimesinin etimolojisini biliyor musun Esma? Tamam, kırmaktan geliyor ama ‘kır’ ne demek acaba?” diye sorsa mesela, bu doğru soru olmazdı. Çünkü öğrenmek istediği şey o değildi.
Yolun karşısına geçip seyyar çiçekçinin önünde durdu. “Hangi çiçeğin mevsimi acaba?” diye sordu. Bak işte bu öğrenmek istediği şeyin sorusuydu. Kırgınlık hakkında Esma’ya bu netlikte bir soru sormalıydı ki aradığı cevabı bulabilsin.
Çiçekçi kadın, “nergis var abi, çok güzel” diye cevap verdi soruya. Demek ki soruyu doğru sorduğunda doğru cevabı almak da her zaman mümkün değildi insanın. “Hangi tür çiçekleriniz var?” diye sormamıştı ki… Zihninde “hangi çiçeğin mevsimi olduğunu sormuştum ben” cümlesi dolanırken “bir demet alabilir miyim?” sözleri döküldü ağzından.
Esma’nın karşısına nefes nefese çıkmamak için dar yokuşu yavaş yavaş tırmanırken henüz doğru soruyu bulamamış olmasına üzüldü. Doğru soruyu bulsaydı Esma mutlaka doğru cevabı verirdi. Çiçekçinin yaptığını yapmazdı. Sorulara hürmeti vardı Esma’nın.
Dikkat etmesine rağmen tempoyu ayarlayamadığı için yine de nefes nefese çıktı Esma’nın karşısına. Yarım yamalak gülümsemeye çalıştı. Nefesini toparlamaya çalıştı. Çiçeği tutmayan elini duvara yaslayıp nefesini kontrol altına aldı.
“Niçin hep kırgınım Esma?” diye sordu birden. Esma cevap vermedi bu soruya. Belki de duymamıştı. Yeniden sordu soruyu: “Niçin hep kırgınım Esma?” Esma yine cevap vermedi. Cevapsız bırakılmanın hüznüyle sarsıldı bir an. Soruyu tekrar sormayı düşündü. Ağzını açacakken birden dizlerinin bağı çözüldü. İki dizinin üzerine çöküverdi. Esma’nın önüne.
Elindeki çiçeği toprağın üzerine bıraktı. Ağlamaya başladı. “Niçin hep kırgınım Esma?” diye sordu tekrar. Hıçkırıklarını bastırma gereği bile duymadı.
O esnada mezarın küçük suluğuna bir kuş kondu. Birkaç damla su içti.
“Niçin hep kırgınım Esma?” sorusu, kuşun gurultusuna, servilerin hışırtısına ve sevdiğini yitirmiş bir adamın iç çekme sesine karıştı.