Allah başımızdan eksik etmesin, Türkiye’nin son zamanlarda yetiştirdiği en önemli kıymetlerinden olan Ömer Türker’den dinlemiştim ilkin “günahların kategori-zasyonu” meselesini. Uzun ve çok önemli bir bahistir ancak bugünkü yazımda işime yarayacak kadarını anlatayım. Hoca, “günahları kategorilendirip örneğin içki içmeyi daha az günah, domuz eti yemeyi daha çok günah saymak toplumların içine düştüğü en büyük hatadır. Günahlar, kategorik hale getirilemez. Günah günahtır ve hepsinden sakınmak gerekir” diyor.
Bu, burada bir dursun.
Köfteci Yusuf markasının ürünlerinde domuz etine tesadüf edilince bir şey oldu. Kelimenin gerçek anlamıyla Köfteci Yusuf şubeleri sinek avlamaya başladı. Bir Allah’ın kulunun kapısından girmediği şubeler söz konusu oldu. Türk toplumunun “domuz eti yememe hassasiyeti” devreye girdi ve olaylar böyle gelişti.
Yanlış anlaşılmasın. Türk toplumunun bu hassasiyetine bayılıyorum. Dinle diyanetle hiç ilgisi olmasa bile domuz eti yemeyi olağanüstü kerih bulması çok güzel bir duyarlılık.
Ancak elimizde bu güzel hasletle uyuşmayan bir başka sorun var. Domuz eti yememe hassasiyetini belki yüzde doksan beşlerle ifade edebileceğimiz Türk milletinin bir kısmı, bir yılı aşkın süredir bebek kanı içmekte hiçbir beis görmüyor. Bir yıldır, İsrail’in yaptığı soykırıma karşı yapılan boykot çağrılarına kulak tıkayıp Starbucks’ı, Burger King’i, McDonalds’ı doldurmaya, Marlboro’yu içmeye devam ediyor.
İşte Türk milletinin “günah kategorizasyonu” tam burada devreye giriyor ne yazık ki. Domuz eti yemeyi büyük, çok büyük günah olarak kodlayıp bir katliamı, bir soykırımı finanse etmeyi önemsemiyor. Halbuki ikisi de büyük günah. Hatta, aynı hataya düşüp günahları kategorize etsek diyebilirim ki domuz eti yemek daha az günah olabilir çünkü zararı yiyenedir. Oysa soykırım finanse etmenin zararı bir başkasına olduğu için devreye kul hakkı da girer. Kul hakkı malum, kul ile kul arasında gerçekleştiği için “kendisine karşı işlenen her günahı affedebileceğini” beyan eden Allah Teala’nın bizatihi “tarafsız kalacağını, bu hakları kulların kendi arasında halletmeleri gerektiğini” söylediği bir günah biçimidir. Dolayısıyla, bizim verdiğimiz parayla alınmış bir mermi ile katledilen bir Filistinli çocuk karşımıza dikilip “ben buna hakkımı helal etmiyorum” derse işimiz zordur, pek zordur.
Türk milletinin bir kısmında, rakam vermek gerekirse yaklaşık yüzde yetmişinde gördüğümüz bu kayıtsızlık tavrının iki nedeni olabilir.
Birincisi, küresel kültür endüstrisinin Türk milletine büyük bir özenle uyguladığı “alıklaştırma” proje ve prosesinin büyük oranda başarıya ulaşmış olduğu gerçeği. Bu proje, “duyarlılık yönetimi”ni tıkır tıkır başardığı için halk, İsrail malı kullanarak neyi finanse ettiğinin farkına bile varmıyor olabilir. “Aptal yeni dünya”nın kuralları memlekette acayip işlerlik kazanmış durumda olabilir yani. Ruhumuzun asla kabul edemeyeceği Gebze’de katledilen sokak hayvanlarına “duyarlılık” gösterip bir yıldır İsrail’in katlettiği insanlar hakkında tek bir cümle kurmamanın barındırdığı “oksimoron” durumu anlamlı hale getiren şeydir bu duyarlılık yönetimi.
İkinci neden de bir bakıma birinci nedene eklemlidir. İsrail soykırımı meselesine sadece dini hassasiyetleri olan insanların sahip çıkmasının doğru olacağını düşünmek. Hatta neredeyse bunun AK Parti’nin sorunu olduğunu iddia etmek. Eh, bunun için de bazı deliller, bazı “boykot kırımları” bulduğunda “zaten bunlar da böyle” deyip yoluna devam etmek. Oysa o çocuklar yarın bize hesap sorduğunda hepimizden tek tek soracaktır. Öteki dünyaya ister inanalım ister inanmayalım o çocuklar bizim yakamıza tek tek yapışacaktır. “Ben ölürken sen benim Araplığımı söz konusu ederek mi, bana duyarlı olan insanların AKP’li olduğunu var sayarak mı finanse ettin benim ölümümü?” diye soracaklardır hesaplarını üstelik.
Domuz eti yemek günahtır. Bebeklerin ölümünü finanse etmek de günahtır. Bir yıldır Burger Kinglerin takır takır kapanması, Coca Cola Türkiye’nin topu atması, Marlboro’nun raflarda bile bulunamaması gerekirdi bana sorarsanız. Ancak öyle büyük bir alıklıkla donatılmış ki toplum, İsrail-Filistin meselesini bir “insan kalma meselesi” olarak bir türlü kodlayamıyor zihninde. Korkum odur ki vakti zamanı geldiğinde -ki maalesef gelebilir- bu insanlar ülkemizde İsrail bombaları patlarken “ya bize ne, bizim sorunumuz değil ki bu bombalar” diyecek kıvama getirilecek. Allah esirgesin.
ÇOK ÖNEMLİ BİR NOT: Rize’deki bazı AK Partililerin imza attığı Burger King açılışı rezaletinde çok sevdiğim, çok sevdiğim ve önemsediğim Rize Valisi İhsan Selim Baydaş’a “görevinizi yapıp bu dayak hadisesine yol açan iti köpeği paketlemezseniz sizi istifaya davet edeceğim” demiştim. Bu cümlemi Rize’de protesto hakkını kullanan hocayı döven it köpek takımının on ila yirmi kişi arasında olduğu bilgisine dayanarak kurmuştum. Zira hocanın beyanı da bu yöndeydi, ilk gelen haberler de. Ancak şahitlerle konuştuğumda dayak olayını 3 itin gerçekleştirdiğini ve bu itlerin de olaydan çok kısa süre sonra paketlenip nezarete atıldığını, çıkarıldıkları savcılıkta elimizdeki yasalara uygun olarak adli kontrol şartıyla tutuksuz yargılanmak üzere salıverildiklerini öğrenmiş oldum. Bu konudaki bilgi yanlışımı düzeltmeyi de kendime bir borç bildim.
Kendime borç bildiğim bir başka mesele de, o açılışa katılanları disipline sevk ederek çok kral bir hareket yapan AK Parti Genel Merkezi’nin bu süreci nasıl işleteceğini takip etmek olacak. Bilhassa, seçmenine “soysuz” diyen il başkanı ile “Algida ve Unilever bölge bayiliği” yapan o şaşkın herife ne yapacakları ilgi alanımda olacak. “İhtar verdik işte, daha ne yapak?” tavrıyla karşılaşırsak meselenin takipçisi olup konuyla ilgili bana ulaşacak her bilgiyi kamuoyu ile isim isim paylaşacağım. Sonra “vay duymadık” olmasın yani.