“Niçin açıyorlar?” başlıklı yazım, evet, epeyce konuşuldu ama benim açımdan yazının kamuoyunda karşılık bulup konuşulmasından daha önemlisi başını farklı nedenlerle açmış pek çok kadının bana bir şekilde ulaşıp benimle mesele üzerinden olumlu-olumsuz etkileşime girmeleriydi.
“Sıraladığınız nedenler önemsiz, ben inancımı kaybettim, onun için açtım başımı” diyen de vardı, “sıraladığınız nedenlere ek olarak şöyle bir nedenim de vardı benim” yazan da vardı, “tam bu nedenlerle açtım ben başımı” diyen de vardı.
“Sen kim oluyorsun da bu meseleyi anlamaya çalışıyorsun, salak” minvalinde yazan bir tane “distribütör”ü saymazsak tepkilerin hepsi çok öğretici ve ufuk açıcı oldu benim açımdan.
Tabii, Türkiye’deki ortalama din dili vasatını konuşmaktan bir türlü sıra gelmiyor öbür distribütörlere ama “Recep Tayyip Erdoğan’a kızıp Allah’a küsenler” olarak ifade ettiğim bu dangalaklık biçimini de bir şekilde daha çok konuşmamız gerekecek sanırım. Hayatta sahip oldukları tek oryantasyonun “politik oryantasyon” olduğuna hiç şüphe etmediğim bu tipler ahmakça bir politik doğruculuğu “muhalif olmak” sayıyorlar ve doğrusunu isterseniz insanı çok bayıyorlar. Dünyayı anlama biçimlerinin “arkaik” olduğunu bir türlü görmeye yanaşmamaları da cabası.
Bu, burada bir dursun.
Din, her şeyden önce bir “iklim” meselesidir ve meselenin adını doğru düzgün koymamız gerekirse bugün yaşadığımız sürecin tam adı “iklim krizi”dir.
Bu iklim krizinin ilk ve en önemli nedenini başka yerlerde aradım ben bir süre. Yakın zamana kadar meselenin şan, şöhret, sosyal medya meşhurluğu gibi şeylere gönül indiren hocaların yarattığı bir karambol olduğunu düşünüyordum. Sonra fikrim değişti. Düpedüz “ticari” nedenleri var yaşadığımız bu iklim krizinin.
Karbon salımı yapmadan hız da yapamayan tacir hocaların yol açtığı muazzam bir kakofoninin tam ortasına sıkışıp kaldık. Tek derdi “alıp satmak” olan bu hocalara tavsiyem daha reel ticaretler yapmalarıdır. Misal ben, alıp satmayı sevdiğim için bir antikacı açtım. Çünkü ticaret pek tabii ki helal bir rızık edinme yöntemidir. Ama din, ticarete konu değildir. Ticarete konu edildiğinde ortalık karışır.
“İklim meselesi” dedik değil mi? Örneğini vermekten hiç sıkılmadığım o meseleyi tekrar hatırlatmak isterim. Efendimiz(s.a.v) bir seriyye yolluyor. Kırk, belki elli kişilik bir asker topluluğu bir bedevi otağında mola veriyor. Bedevi topluluğunun reisi, adet olduğu üzere bu topluluğu karşılayıp onlara uzun uzun övgülerde bulunmak için seriyyenin komutanına “siz kimsiniz, kimlerdensiniz?” diye soruyor.
Dikkat isterim. Pırıl pırıl, tertemiz, şahane bir topluluk var bedevi reisinin karşısında. Seriyye kumandanı olan sahabe diyor ki “Nahnü Müslimîn, biz Müslümanlarız.” Bedevi reisi, isimlerini ilk defa duyduğu bu topluluğa sadece tek cümle söyleyebiliyor:
“Siz ne güzelsiniz!”
İklim, tam olarak budur ve böyle yaratılır işte. Bir dinin peygamberi biriyle konuşacağı zaman ona bütün veçhesiyle dönüyorsa o iklim kendiliğinden oluşur. Şairin dediği gibi “bir bu anlaşılsaydı son yüzyılda / bir bilinebilseydi / nedir veçhe?”
Kimsenin kimseyi anlamadığı, herkesin tezgâh kurup başkasına da “tezgâhımın önüne tezgâh açma” diye çemkirdiği bir vasattan “veçhe” tabii ki çıkmaz, çıkamaz.
Saygıdeğer Hayrettin Karaman hocamız, Yeni Şafak’ta yayınlanan “Kardeşler ve Ötekiler” başlıklı yazısında şunları yazdı: “Kardeşler arası ilişkilerde aslolan rahmettir, hoşgörüdür, ıslah kastıdır, yumuşaklık ve tatlılıktır. Yumuşaklık beyanda (ifadede), hoşgörü de içtihad farkında kendini gösterir. Farklı içtihadı (görüşü, yorumu, anlayışı) dine eşdeğer saymak ve doğruyu, içtihadlardan birinin tekeline vermek Müslümanca bir yaklaşım ve davranış biçimi değildir…”
Sadece işin burasını anlasak mesele kendiliğinden çözülecek. Ama hayır, kardeşimizi kâfir, mürtet ilan etmenin tezgâhı daha kıymetli geliyor Türkiye’deki din dilinin vasatına.
Şeriat polisçiliği oynamakla değişmiyor iklim, Akdeniz olmuyor. Birbirimizin üzerinde çılgınca tepinerek, diğerini yok etmeye çalışarak açmıyor hava, güzelleşmiyor. Çılgınlar gibi karbon salımı yapıyoruz. Olan budur.
Bir anlasaydık, neydi veçhe? Bir anlasaydık…