Elbette ki her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının “deprem vergileri nereye gitti?” diye sorma hakkı vardır. Ancak…
Elazığ’da, yüzeye oldukça yakın ve yıkıcılığı oldukça şiddetli bir deprem olmasına rağmen görebildiğimiz kadarıyla herhangi bir kamu binası yerle bir olmamıştır. Bu, deprem vergilerimizin nereye gittiği hakkında bir fikir verebilir bize. Okullar, hastaneler, spor salonları ve sair kamu binaları hem İstanbul depreminde hem de Elazığ depreminde gayet iyi bir sınav verdiler bence.
Diğer yandan yapılan çalışmaların yeterli olup olmadığını sorgulamaya devam etmemiz gerekiyor. Niçin böyledir bu? Çünkü vergi bizim vergimizdir. Peşine düşmek, sorgulamak hakkımızdır.
Yeri gelmişken… Özellikle “oturulamaz raporu” verilen bazı evlerde niçin oturulmaya devam edildiği, bunun hangi saikle yapıldığı sorgulamaya başlamamız gereken ilk yer olmalı.
Elbette ki her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının bu tip doğal afetlerden sonra “devlet nerede?” diye sormaya hakkı vardır. Ancak…
Görülen o ki taraflı-tarafsız her gözlemci bu kez devletin doğal afet sonrası müdahale ve organizasyon gücünün uluslararası standartların çok çok üzerinde olduğunu belirtiyor. Gerek AFAD gerekse ilgili bakanlıklar son derece süratli bir şekilde bölgeye intikal etti. Hem arama kurtarma çalışmaları çok iyi planlandı hem de depremden etkilenen insanların temel ihtiyaçları çok çabuk karşılandı. Siz bakmayın “Alevi köylerine yardım gitmiyor, Kürt köyleri perişan” falan gibi provokasyonlara… İnsanı insandan ayırmadan, yani tam da olması gerektiği gibi, insanüstü bir gayretle müdahil oldu depreme tüm ilgili kurumlar.
99 depremini dün gibi hatırlayan benim gibi insanlar şunu anımsayacaktır. Devlet, 10 gün boyunca İstanbul’a 80, Ankara’ya 350 kilometre uzakta olan deprem bölgesine “ulaşamamıştı”. Müthiş bir zafiyet çıkmıştı ortaya. Sokaklarda ceset kokuları vardı. İnsanlar enkaz altında bağıra bağıra can vermişlerdi. O günden bu güne ülkemizin “refleks hızının” bunca artması sevindirici bir gelişme.
Elbette ki her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının “yardımlar nasıl organize ediliyor?” diye sormaya da hakkı vardır. Ancak…
Cidden göz yaşartıcı bir dayanışma duygusu ile memleketin dört bir yanından gerek arama kurtarma gerekse insani yardım konusunda çok güzel bir dayanışma örneği sergilendiği muhakkak. Böyle anlarda bu aziz milletin bir feri olduğum için Allah’a şükrediyorum.
Ekrem İmamoğlu’nun, Tunç Soyer’in, Mansur Yavaş’ın daha depremin ilk anında kurumlarının tüm güçleriyle bu dayanışmaya omuz vermesini de son derece doğal buluyorum. Ne var ki İmamoğlu’nun deprem bölgesine ziyaretini “yapılan yardımların yerine ulaşıp ulaşmadığını denetlemek için gitti” cümlesiyle değerlendiren Kılıçdaroğlu’nun yaptığını tehlikeli, çok tehlikeli buluyorum. Böyle anlarda fazladan bir politik kazanç elde etmek için böylesi bir ucuzluğa başvurmamak lazım gelir. Son derece gereksizdir.
Elbette ki her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bu tip doğal afetlerden sonra “bu doğal afet şöyle bir nedenle meydana geldi” diyebilir. Ancak…
Allah’ı “sürekli ve kesintisiz bir cezalandırıcı” olarak değerlendirmenin kimseye, özellikle de biz Müslümanlara bir faydası yoktur kanaatimce. Katolik bir bakış açısıyla “şöyle şöyle oldu da bu deprem bundan oldu” diyerek moral bozmanın, Allah adına parmak sallamanın âlemi yoktur. Bunun yerine bolca dua, bolca yardımlaşma çağrısı, bolca dayanışma daha iyi olacaktır.