Ne şaka yapıyorum, ne ironiye vuruyorum, ne de eleştirel bir yazıya parlak bir giriş yapmanın derdindeyim.
Bütünüyle hakikati ifade ediyorum kendi adıma. Bu seçimi ben kaybettim. Zira İstanbul için doğru olduğunu düşündüğüm “seçim”in ne olduğunu yeteri kadar anlaşılır, yeteri kadar net, yeteri kadar etkili şekilde anlatamadım insanlara.
Yazdığım köşe yazıları, attığım tweetler, benden istenildiğinde verdiğim fikirler, insanları Binali Yıldırım’a oy vermelerine ikna etmek için yaptığım birebir görüşmeler demek ki yeterli olmadı.
Bu seçimi ben kaybettim. “Hayatımda gördüğüm en teflon siyasi kişilik” olan Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul için çok kötü bir seçim olduğunu; Binali Yıldırım’ın “İstanbul’un güzel geleceğinin garantisi” olduğunu daha ikna edici argümanlarla, daha berrak anlatılarla dile getirmem gerekiyordu. Daha çok insanı aramam gerekiyordu.
Ezcümle, inandığım “doğru”yu anlatma konusunda bir eksiklik, bir kusur buldum kendimde.
Halkın seçimini küçümsemek, hele hele halka, o muazzez topluluğa “nankör”, “ahmak” falan demek aklımın ucundan bile geçmedi. Bütün iddialarımdan vazgeçmek anlamına gelir bu benim açımdan. Eksiklik kendi özümdedir. Meselenin aslında ne olduğunu anlatamadıysam suç benimdir.
Daha da geriden alayım meseleyi kendi adıma. 2007 yılına kadar benim için “Müslüman ahaliyi politik bakımdan temsil eden siyasi odak” Necmettin Erbakan ve onun o andaki parti tabelası idi. 2007-2009 arasında bir dönüşüm yaşadım ve 2009 yılında “Müslüman ahalinin politik merkezi”nin Recep Tayyip Erdoğan olduğuna kanaat getirdim. Bu kanaatimde herhangi bir değişiklik yok. Bu kanaatimi değiştirecek herhangi bir “majör sorun” görmüyorum ortada.
“Hatası-sevabıyla, doğrusu-yanlışıyla ana omurgadan ayrılmamak” benim için ölümcül bir sadakat meselesidir. Recep Tayyip Erdoğan değil ama Recep Tayyip Erdoğan’ın temsil ettiği “anlam dünyası” benim için vazgeçilebilecek bir pozisyon değildir. Gündelik politikanın, kazanılan ya da kaybedilen seçimlerin çok ötesinde bir yere tekabül eder çünkü o pozisyon. Recep Tayyip Erdoğan ile yolumu ancak Erdoğan’ın kendisi o “anlam dünyası”ndan vazgeçerse ayırırım. Basit gündelik hesaplarla, pratik gerekçelerle, hele ‘kar ortaklığı’ndaki anlaşmazlıklar nedeniyle “pozisyon değiştirmeyi” kendisine yedirebilenlere de hep şaşarım.
Biraz daha genişleteyim ki derdim iyice anlaşılsın. Benim için Türkiye, her zaman “bağımsızlığı ve bekası için mücadele edilmesi gereken” bir kara parçasıdır. Bu bağımsızlığın ve bekanın yegâne yolunun da “Müslüman ahali”nin varlığına bağlı olduğunu bilirim. Bu varlığı sürdürmenin derdinde olan kim varsa onunla yan yana, omuz omuza durmayı da kendime vazife bilirim.
Gerisi… Gerisi magazindir.
Peki ya ilerisi… İlerisi de nasiptir.
Bugün ve burada, mevzimizde bekleyip mevzumuzun derdine düşüyor muyuz, düşmüyor muyuz? Cevap vermem gereken tek sorunun bu olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla “ben demiştim, ben söylemiştim, daha önce de ifade ettiğim gibi…” diyerek konuşmaya başlayan ve tanımladığı “biz”den kendi “ben”ini ayıran herkese de “numara yapma, bu seçimi sen kaybettin” demeyi hak görüyorum kendimde.
Siz şimdi zannediyorsunuz ki “iktidardan aldığı nimetlerle, iktidarın kendisine verdiği destekle böyle şeyler yazıyor” bu adam. Tam tersine olduğunu söylesem bakış açınız asla değişmeyecek ama ben yine de söyleyeyim. Mevcut iktidara bahsettiğim kaygılarla destek vermenin bedelini benden daha sert şekilde ödeyen kimse var mıdır bilmiyorum. Eşimin dostumun bana “ulan salak! Külliye’ye girişin yasak, bazı yandaş kanallara konuk olman yasak, bazı yerlerde vereceğin ücretsiz konferansların açılan telefonlarla yasaklandı, bin türlü işine bin kez engel olundu; sen hala ana omurga deyip duruyorsun” dediği de ayniyle vakidir.
Ne yapayım yani? İçerisinde bulunduğum ana omurga bana aynı zamanda “doğru bildiğini söylemekten de, kanınla-canınla destek vermekten de çekinme” cümlesini öğretti. O serinlikle yaşamayı çok seviyorum.
Başa döneyim.
“Bu seçimi biz, şundan şundan kaybettik” derken kendisini o “biz”den ayıran herkese açıkça ilan ediyorum. Sizin yerinize de bütün sorumluluğu üzerime alıyorum. Bu seçimi ben kaybettim. Daha çok emek vermem, daha çok uğraşmam, daha çok didinmem gerekiyordu. Mesele mühim meseleydi çünkü. Bu meseleye gönül vermiş herkesten özür dilerim böylelikle…