“İstemeyecekti” dedi mantolu bir adam, “buğdayı istemeyecekti.”
Önünde durduğu delikanlı kayıtsızca omuz silkip devam etti yoluna. Mantolu adam da yürüdü ve şöyle dedi: “Yunus o buğdayı istemeyecekti.” Ardından epeyce yükseltti sesini: “Yunus o buğdayı istemeyecekti.”
Kalabalıktan duranlar oldu. Bir anlığına elbette. Kimselerin uzun uzun durmalara vaktinin olmadığı zamanlara erişeli çok olmuştu. Mantolu adam da yürüdü ve şöyle dedi sesini düşürerek: “Gerçi, Yunus buğdayı kendine istemedi ha. Başkaları için istedi. Ama yine de Yunus, o buğdayı istemeyecekti.”
“Yapacak işi olmadığından mıdır, böyle şeylere meraklı olduğundan mıdır bilinmez” denir böyle durumlarda ama kulak asmayın. Mantolu adamın ne dediğine kulak kabartmak için işsiz ya da meraklı olmak gerekmez zira. Bir kalbinizin olduğunu hatırlamanız kafidir.
Anlayacağınız, kalabalıktan biri, eskilerin “güzel gökçek” diyeceği evsafta bir genç kız, kulak verip ardına takıldı mantolu adamın. Fark etmedi onu bizim adam ve şöyle dedi: “Bakın size aklımın erdiğini söyleyeyim mi? Dünya sürekli biz buğday istiyoruz diye bu halde. Buğday isteği dünyanın sonunu getirecek.”
Güzel gökçek kız, birkaç seri adım atıp yanına geldi mantolu adamın ve sordu: “Nasıl yani? Buğday istemeyip de ne isteyeceğiz?”
Nedense bir şeye kızarmış gibi cevap verdi kıza mantolu adam: “Böylesiniz siz işte. Buğday istemenin doğru olduğunu düşünenler, yani sizler, hep böylesiniz.”
Kız, sorusuna cevap vermek yerine lafı dolandırmayı tercih eden bu adama ısrar etti: “Soruma cevap ver. Buğday istemeyip de ne isteyeceğiz?”
Mantolu adam, demincek önemsemediği, hatta neredeyse görmediği güzel gökçek kıza bu kez bir lahzadan uzunca sayılabilecek bir süreyle baktı. Sonra konuştu: “Himmet isteyeceksiniz küçük hanım. Buğday, senin sorununu kaç günlüğüne çözer sence? Bir gün, bir ay, bir yıl, bir ömür. Himmet öyle değil. Meyve ağacının fidanını bir yere besmeleyle dikmektir çünkü himmet. Nasıl diyorsunuz siz?”
O sırada mantolu adamın sözlerine kulak veren yaşlıca bir esnaf lafa karıştı: “Siz deyip duruyorsun. Siz kim, biz kim birader?”
Mantolu adam başını sesin geldiği yere dönmedi, lakin azıcık gülümsedi: “Siz, ‘bu dünyanın meseli ulu bir şara benzer’ diyenlersiniz. Biz, ‘beli bizim ömrümüz bir tiz pazara benzer’ diyenleriz. Siz bugünü bugünde halletmenin derdiyle serkeş, biz bugünün işini dünde çözüp yarını kurtarmanın derdiyle sarhoş… Siz sahip çıkan, biz emaneti gezdiren…”
Güzel gökçek kız “bu anlattıklarından pek bir şey anlamadım” dedi mantolu adama.
Gülümsedi mantolu adam. “Tasalanma, kimse anlamıyor zaten” dedi. Kız, ısrarcıydı: “Sen yine de anlat.”
Kendisini dinleyen birinin varlığının verdiği şımarıklıktan eser yoktu mantolu adamın tavırlarında. “Anlatayım öyleyse” dedi: “Denize bakıp balığı değil bereketi görebilir misin? Elmanın çekirdeğine bakıp orada bir kocaman ağaç saklı olduğunu fark edebilir misin? Seni sevmeyende bile sevilecek bir şey bulabilir misin? Bulursan, orası himmettir işte. Kimseye iş buyurmadan kendi işini kendin görebilir misin? Görürsen, orası himmettir işte. Bırak haramı şuraya, şüpheli olandan bile kaçındığın bir hayatı seçebilir misin? Seçersen, orası himmettir işte. Sırtını yaslayana dağ, ayağını uzatana göl, akıp gidene nehir olabilir misin? Olursan, himmet orasıdır işte.”
Duraksadı mantolu adam. Kızın yüzüne baktı ama anlayıp anlamadığını kontrol etmek için değil. Şöyle dedi: “Yunus, buğdayı değil de himmeti seçti sonunda. Kolayı değil de zoru seçti. Size dedi ki ‘bezirganım metaım çok, alana satmaya geldim.’ Amma öte yandan da dedi ki ‘aşksızlara verme öğüt, öğüdünden alır değil.’ Çünkü aşktır himmet belki de. Hatta belki de himmet aşkın ta kendisidir. Şimdi söyle bakalım, buğday mı istersin himmet mi?”
Ardından yürüdü gitti mantolu adam. Güzel gökçek kız telaşla seslendi arkasından: “Nereye gidiyorsun? Cevabımı merak etmiyor musun?”
“Cevap mı? Dünyanın hiçbir cevabı iyi sorulmuş bir sorunun değerinde değildir. O yüzden söyle bakalım bana: Buğday mı istersin, himmet mi?” diye fısıldadı mantolu adam.