Telefondaki ses ağlayarak “Bülent Abi öldü” dediğinde tabii ki her zamanki hafif münasebetsiz Bülent Parlak şakalarından birine maruz kaldığımı zannettim. Sonra sesin Enis’e ait olduğunu kavradım. Ardından da haberin doğru olduğunu.
Bülent’in evine doğru giderken Mustafa Akar’ı ve Furkan Çalışkan’ı aradım. Bizim kuşağın şairlerini yani. İkisine de vefat haberini ben vermek zorunda kaldım. Sonradan düşündüm bu meseleyi. Gençken ve hayallerimiz varken Çengelköy Çınaraltı’nda sabahlara kadar oturduğumuz dörtlü masayı tamamlamak istemiş zihnim, Bülent’in vefat haberini vermeyi değil. Sanki Bülent ölmemiş de ben Furkan’la Mustafa’ya “oğlum bu akşam bir oturalım la” demek istemişim.
Hep cesur bulmuşumdur ben Bülent’i. Bizim kuşağın en cesuru olduğuna ise hiç şüphe duymamışımdır. Olağanüstü düşkün olduğu bağımsızlığıyla ortaya koyduğu İzdiham tecrübesi öyle kıymetli, öyle önemli bir tecrübeydi ki.
İki bakımdan çok önemsiyordum Bülent Parlak’ı ve İzdiham’ı. Sohbetlerimizden bildiğim kadarıyla Bülent de sadece o iki sebeple sürdürüyordu dergiyi çıkarmaktaki ısrarını.
İlki, yazı-çizi işlerine hasbelkader bulaşmış gençlere kılavuzluk etmek, onların elinden tutmaktı.
Bu “elinden tutmak” tespiti eksik bir tespit oldu. Biz de Cins de elinden tutuyoruz gençlerin. Yazmalarına imkan sağlıyoruz, hedeflerine katkı vermeye çabalıyoruz. Bizimkisi standart bir genç yazarı destekleme paketi aslında.
Fakat rahmetli Bülent’in yaptığı başka bir şeydi. Cenaze namazından önce camide yanıma oturan bir delikanlının kulağıma fısıldadığı o cümlede gizli o başkalık: “Beni Bülent Abi evlendirmişti abi, biliyor musun?”
Emek verdiği gençlerin harçlıklarıyla, moralleriyle, geçimleriyle, dertleriyle, kişisel hikayeleriyle, işleri-güçleriyle, aşklarıyla, evlilikleriyle, her şeyleriyle ilgileniyordu Bülent. Ve bunu, örneklerini çok çok iyi bildiğimiz bazı tiplemeler gibi “bir iktidar alanı açmak, gençler üzerinde bir tahakküm alanı oluşturmak, kendisine el pençe divan duran bir bağlı kitle oluşturmak, üstat payesi almak” gibi nedenlerle yapmıyordu. Doğrudan insanın dertleriyle hemhal olmanın kendisini önemsiyordu Bülent.
Merak edenlere bir not: O “bazı tiplemeler” elbette gelmedi Bülent’in cenazesine. Çünkü onlar neyi temsil ediyorlarsa Bülent tam tersini temsil ediyordu. Bülent onlara “sahteliklerini” hatırlatıyordu. Bu, bahsi diğer.
İkinci sebebe gelince. Şiirin, edebiyatın değil, dostluğun karın doyuracağını, insana insanın lazım geldiğini düşünüyordu Bülent. Hemen her konuşmamızda, hemen her sohbetimizde meselesini ne yapıp edip böyle izah ediyordu. Şu yaşadığımız çölleşmede eşine az rastlanır bir “dostluk dilencisi” idi o.
Bunun, Bülent’in hem yetim hem de öksüz büyümüş olmasıyla bir ilgisi olduğunu düşünürdüm hep. Bu da bahsi diğer.
Son bir yıl içerisindeki sohbetlerimiz bütünüyle İzdiham’ın geleceğiyle ilgili olmuştu. Birkaç kez baş başa, birkaç kez de Adem Yılmaz ile birlikte oturup İzdiham’ın yaşamaya devam edebilmesi için neler yapabileceğimizi konuşmuştuk. Sıkışan, daralan, krize dönüşen ekonomide oldukça iyi satış rakamlarına rağmen sürekli zarar ediyordu İzdiham ve biz bir çıkış arıyorduk. Bu çıkış için “İzdiham Çay Ocakları” projesine ikna edemedik etrafımızdaki sermaye sahiplerini. İzdiham ürünlerinin satıldığı “izdihambakkal” sitesini iyileştirmeye de bir türlü değmedi elimiz. Gündelik hayatın hayhuyu arasında ne Bülent yeteri kadar vakit bulabildi ne de ben o işe. Zaten aslında iyi ki de bulamamışız. Bu üretim maliyetleriyle, bu krizde “izdihambakkal” bize çözüm değil, yük olurdu muhtemelen.
Bu oturumları her seferinde iki Türk şairi olarak bitirdik. Şiirden bahsedip “hayırlısı” kelimesinin büyüsüne sığınarak yani.
“Hepimiz ölecek yaştayız” demişti, evet. Kıyametin kopma ihtimaline karşı dergisine abone olamıyordunuz, evet. Ama ölümünün bu kadar erken olacağını ve kıyametinin bu kadar çabuk kopacağını elbette beklemiyorduk.
O gün, Üsküdar Yeni Cami’nin avlusunu cenaze için dolduran üzgün ve metanetli kalabalığa bakıp “insanın geride bırakabileceği yegane şey”in muhabbet olduğunu düşündüm.
Allah sana rahmet eylesin sevgili dostum. Cenaze selanı dinlerken anladım ki senden geriye muazzam bir sıcaklık, biriktirdiğin muhteşem dostluklar ve güpgüzel anılar kalmış.
NOT: Henüz Bülent Parlak’ın öldüğüne alışamadan, edebiyat dünyasının bir başka sevilen isminin, Hayrettin Orhanoğlu Hocanın vefat haberini aldık. Rabbim, rahmetiyle muamele buyursun. Güzel bir insandı Hayrettin Hoca. Bizi biraz daha azaltarak topladı göçünü.