Son yıllarda cari açık ile ekonomik büyüme arasında zorunlu bir tercih var. Çünkü cari açığın artması geçen yıl Ağustos ayında da görüldüğü üzere kurlarda yaşanan ani artış, faizlerde ve enflasyonda gerçekleşen yükseliş nedeniyle ekonomik büyümede de daralma yaşanmıştı.
Dolayısıyla yüksek cari açığın dış finansman yani dış borçlanma ile devam ettirilmesi özellikle dış koşulların zorlaşması ve olası iç ve dış riskler nedeniyle ekonomik büyümede sürdürülebilirlik açısından zorlu bir dönem oldu.
Bu nedenle dış finansmanın neden olabileceği sorunlar göz önüne alınarak; düşük cari açığı sürdürebilmek için ekonomik büyümeden fedakârlık yapılarak son iki çeyreklik dönemde negatif büyüme yaşandı. Türkiye geçmişte de bu zorunlu tercihi yapmak zorunda kaldı.
Son dönemlerde açıklanan veriler ışığında cari açığın azaldığını görüyoruz. Son 12 yıllık cari açığın yaklaşık 9 milyar dolara yaklaşması ve 2019 yılında 10-15 milyar dolara düşeceği beklentisi kırılganlığın azaltılması adına önemli. Cari açığın azalması, Türkiye gibi cari açığını dış kaynaklarla finanse eden ülkeler açısından olumlu bir gelişme.
Ancak ekonomik büyümenin son iki çeyrek negatif olması nedeniyle, bunun uzun dönemde sürdürülebilirliği gerçekten daha da önemli hale geldi. Dolayısıyla, cari açık vermeden ve hatta cari fazla vererek ekonomik büyüme gerçekleştirmenin en uygun tercih olduğu tartışma götürmez.
Diğer yandan, sahip olduğumuz ekonomik yapı, yani hem temel sanayi girdisinde hem de enerjide dışa bağımlılık dolayısıyla cari açık olmadan yüksek ekonomik büyümenin gerçekleştirilmesi zor görülmektedir.
Tüm bu kısıtlar nedeniyle, kısa dönemde düşük cari açık düşük ekonomik büyüme zorunlu bir tercih haline gelmektedir. Önemli olan düşük cari açık- düşük ekonomik büyüme tercihini uzun dönemde yüksek ekonomik büyüme lehine değiştirmek ve bu konuda yapısal anlamda adımları atmaktır.
Bu durum Türkiye ekonomisinin iyileşmesi adına birinci dereceden zorunluluk haline gelmektedir.
PEKİ NEDİR BU ZORUNLU YAPISAL ADIMLAR
Açıkçası yapısal adımlar denildiğinde, farklı hususlar öne çıkmaktadır.
Bu hususlar, başta kredi notunun düşmesi ile oluşan olumsuz algının düzeltilmesinin gerekliliği gibi dünya finans piyasalarına kolay erişimin sağlanmasını gerektirecek adımların yanında üretimin artırılması için yatırım ortamının iyileştirilmesi ile ilgili birçok somut adımı zorunlu kılıyor.
Diğer yandan, ekonomi kurumlarına olan güvenin tesisi ve beklentilerin yönetimi de yine önemli konu başlıkları arasında yer alıyor.
Bu adımların atılması, hem ülke algısını olumlu değiştireceği gibi hem de Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelere daha düşük faiz oranlarında borçlanma imkanı sağlar. Çünkü Türkiye’nin yüksek faiz ödemek zorunda kalmasının birçok makroekonomik göstergeyi bozduğu ortada. Bu bozulma ekonomide yüksek enflasyon, düşük büyüme, dış borç artışı, kur artışı ve bütçe açığı olarak ortaya çıkmaktadır.
Diğer yandan bu adımlar sayesinde, bizim gibi dış finansman ihtiyacı olan ülkelerin dünyadaki fonlardan pay alması kolaylaşacaktır. Dolayısıyla, dünyada var olan yaklaşık 12 trilyon dolar fonun bulunduğu ülkelerde faizin düşük olmasıve hatta negatif faizin olması, bu fonları çekmeyi son derece önemli hale getiriyor.
Bu fonları çekmenin temel şifresi de yapısal adımların bir an önce atılmasıdır.