Öyle bir düşmanım var ki, onu öldürmek bile kızgınlığımı ve öfkemi bitiremez. Dünyadaki bütün kinleri ve intikam kalemlerini onun üstüne salsalar yetmez. Öyle bir düşmanım var ki, ona olan hislerim nesiller boyu devam edecek. Çünkü büyüttüğüm bu düşmanlık, ben doğmadan çok önce başladı. Galiba ben öldükten sonra da varlığını sürdürecek. Hz. Âdem’den başlayıp Sur’un son sesine kadar devam edecek.
Hz. İbrahim, Nemrut tarafından ateşe atılacağı zaman, karıncanın bir tanesi büyük bir telaşla ateşe su taşımaya başlamış. Bu manzarayı gören diğer karıncalar kahkaha atmaktan çekinmemişler. İçlerinden bir tanesi, ya sen ne yapıyorsun? Ateşe hiç bakmadın mı? Senin taşıdığın suyla bu ateş söner mi? Diye çıkışmış. Su taşıyan karınca ise büyük bir ciddiyetle şöyle cevap vermiş: belki benim taşıdığım su, bu ateşi söndürmez ama hiç olmazsa hangi tarafta olduğum belli olur.
İşte bende aynı o karınca gibi yapıyorum. Nesiller boyunca küçük damlalar halinde aktarılacak ve bir taraf belirtecek değerler üretiyorum.
Benim düşmanım kişi değil; o bir “ne”. Benim düşmanım CAHİLLİK…
Bu dünyada hazmedemediğim üç unsur var. Bunları sadece başkaları değil ben bile yapsam anında alışamadığım bir hissiyata bürünüp kendimden soğuyorum.
1. Körü körüne cahillik
2. Saygısızlık
3. Kendi kendini beğenmişlik
İşte bu ögeler benim hayatımın kırmızı çizgileri. Dolayısıyla beni yazmaya iten en büyük etkende bu çizgiler.
İslamofobi, ırkçılık, Yahudi düşmanlığı, körü körüne bir sürüye uyma alışkanlığı gibi ideolojik fikirsizlikler; farkında olunmayan cahilce düşünce sanrılarının bir ürünü değil mi?
Geniş perspektifte dünya tarihinden örnek verip sizi o kadar uzak yerlere götürmeyeceğim. Sadece kendi coğrafyamıza bakmak bile bizim için kesinlikle yeterli olacaktır. Kürt sorunu, IŞIT, PKK, DAEŞ gibi oluşumlar ve bu oluşumlara körü körüne inanların at gözlüğü takmış değersiz düşünceleri bu konu hakkında verilecek iyi bir örnek olacaktır.
Diğer taraftan; Allah, Kur’an, cihat gibi mukaddes kelimeleri fütursuzca ağızlarına alan sözde Müslümanlar, eylemsel olarak vahşi bir hayvan kimliğine bürünüyorlar. Bununla da yetinmeyip İslam kimliğini; bütün dünyaya canilik vasfı katarak tanıtıyorlar. İşte bu gibi düşünce bozukluklarına sahip kişiler sayesinde; İslam’ı sadece gördükleriyle ilişkilendiren diğer kesim, İslamofobi gibi sakat bir akım ortaya atıp pazarlıyor.
Bu biraz karmaşık mı oldu? O zaman daha spesifik bir örnek vereyim.
Bir edebiyat öğretmeni öğrencilerine Tevfik Fikret’in romanlarının özetini çıkarın diye ödev vermiş. Çocuklar yana yakıla ödev yapma telaşesine düşmüşler. Aklınıza ne geldi?
Öğretmen gittiği üniversiteden, okuduğu kitaplardan utanmıyor mu? Romanlarının özetini çıkarın cümlesindeki çoğul ekini geçtim, Tevfik Fikret’in romanı yoktur. Kendinin bile bilmediği bilgiyi öğrencilerine defolu fabrika malı gibi sunmak neyi ifade ediyor?
Yine cahillik bile bir noktaya kadar anlaşılabilir. Sadece öğrenmediği için cahil olan insanlar, gerçek bilginin büyüsüne kapılamaya heveslidir. Birde okumuş “diplomalı cahiller” var. İşte onlar en tehlikelileridir, kendi bildiklerinin yanlışlığını asla kabullenmezler.
Tavsiyeler sunacak, öğütler verecek kadar görmüş geçirmiş biri değilim. Ama şu kadarını söyleyebilecek kadar tecrübe kazandım:
Bu dünyada herkes kendi cahilliği ile savaşacak kadar cesaretli olsaydı, cennet o kadar da uzak olmazdı.