Medeniyet en açık ve net bir tanımla memleket ve insanlar üzerinde yapılan imar çalışmasıdır. Memleketlerdeki imar fiziki yapılaşmayı ifade ederken insanlar üzerindeki imar ise sosyal, kültürel ve ahlaki normları günlük yaşama zerk etme işidir.
Tarih boyunca dünyaya iki çeşit medeniyet anlayışı hâkim olmuştur. Bunlardan ilki İslam medeniyeti, ikincisi ise batı medeniyetidir.
İslam medeniyeti aslında; dini inanışların ve bu inanışların gereğini oluşturan değerlerin bir bütünüdür. Yani İslam dini ciddi manada yaşanmışlık düzeyine ulaşırsa zaten her bakımdan bir yükseliş söz konusu olacaktır. Oluşan bu yükseliş için ayrı bir kavrama veya tanımlamaya gerek yok. Zira kemale ermiş her erdemli ruh gerçek anlamda medeniyetin doruk noktasına ulaşmış demektir.
Batı medeniyeti ise eski Yunan zamanından başlayarak günümüze kadar gelen Avrupa coğrafyasının oluşturduğu yaşayış tarzıdır. Bu yaşayış biçimi beraberinde; “ daha fazla” sıfatını getirmiş ve bu sıfat, zaten var olan çıkarcılık anlayışının, kin ve bencillikle birleşip yeni bir canavar yaratmasını sağlamıştır.
Batı medeniyeti şimdiye kadar gelişimini İslam medeniyetini yıpratarak, zedeleyerek, yamalayarak sağlamıştır.
Dini yaşamaya çalışan Müslümanların; zihinsel, kültürel ve ahlaksal anlayışlarını bazen aşağılayarak bazen özendirerek bazen de fark ettirmeden değiştirme çabası içine girerler. Çabalarının başarıya ulaşmadığını söylemek yirmi birinci yüzyıl için mümkün değildir. Bu başarıda en büyük pay ise Şark insanına aittir.
Ben Müslümanım deyip tamamen keyiflerinin kâhyasının emirlerine uyarak yaşayan sözde Müslüman kesim, batı medeniyetinin başlattığı yıpratma ve zedeleme çalışmalarının vazgeçilmez ayağını oluşturur.
Tanzimat’tan önce başlayan fakat Tanzimat’la beraber doruk noktasına ulaşan batılılaşma çabaları (edep, hayâ, ahlak ve kültür gibi kavramlara yapılan soykırım) bu kötü odakların ülkemizde de var olduğunun en büyük kanıtıdır.
Daha büyük kanıt ise İstiklal Marşı’nda saklıdır.
“Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var”
Mısralarında Garbın karşısında duracak en büyük başkaldırının iman dolu göğüslerle olacağı açıkça yazılmıştır.
Türk kimliğinin yapı taşı olan İstiklal Marşı’nda aktarılmasına rağmen iman dolu göğüslerin azalmasının nedeni bilinçsiz ve kökensiz düşünce sanrılarımızdır. Çünkü kültür taşıyıcısı konumunda olan Anadolu’nun bozulması; gerçekleşmesi planlanan şer emellerin en büyük adımı olacaktır.
Bugün bize öğretilenleri kabullenip sabit fikir haline getirmek yerine aklımızı kullanıp doğruluğunu ve yanlışlığını tahlil edebilseydik İslam hırkasını giyen insanların sırtına saplanan hançerleri görebilirdik.
Örneğin; Türkan Şoray’ın oynadığı “Güllü” filmindeki “sarılmadan medeniyet olur mu? Moda çıplak gezmeyi gerektiriyorsa çıplak gezeceksin” cümlelerinden tutunda Hülya Koçyiğit’in “Kezban” filmine kadar bu topraklar üzerinde yaşayan batı hayranlarının sahiplendiği düşünceler zamanla; medeniyet çıplaklıkta ve edep dışı pervasızca hareketlerde gizlidir anlayışını uyandırdı.
Her Müslüman kadına “kara fatma” her Müslüman erkeğe terörist sıfatını yakıştıran düşünce ne kadar çağdaş, ne kadar medeni bir hal alabilir?
Bugün Hollandalı bir grup mahlûkatın, dilenci kadınlara uyguladıkları küçük düşürücü hareketlerle, zamanında Hitler’in Yahudilere yaptığı işkenceler arasında ne fark var?
Ne yani Gandi’nin protesto eylemlerinin sebepleri, Filistin halkına olanlar, Muhammed Mursi’ye verilen cezaların sorumlusu kör cahil(!) Araplar mı?
Kişisel tecrübelerime ve bilgi birikimlerime dayanarak ifade ediyorum ki Medeniyet ancak İmanla ve ilimle olur.
Sadece bunlarla da değil.
Medeniyet, İslam’la bütünleşip ilim ile yoğurulduktan sonra ortaya çıkan davranış şekillerinin ve düşünce tarzının en üst seviyeye ulaşmasıyla oluşan yansımadır.