Baharın hiç gelmediği çağlara eriştik ve sustuk hep birlikte. Sanki biri pause düğmesine bastı. Dilimizi elimizden aldı ve lal olduk sanki.
Konuşarak anlaşabileceğimiz demleri geride, uzakta bıraktık. Konuşmak artık sadece yaralamaya yarıyor ve hesaplıyor artık insan ne konuşacağını ve nasıl konuşacağını ve nasıl yaralayacağını. Karşısındakini.
Oysa kasıtsız, dolaysız, dolayımsız bir konuşmanın lezzetini nerede, nasıl bulabilir insan dediğimiz varlık?
“Bak sen böyle söyleyince ne geldi aklıma. Hani bir kız vardı lisede. Neydi adı? Feriha. Feriha da ne güzel isim değil mi ya? Onun bir hayırsız sevgilisi vardı. Hani çok uğraştık oğlandan ayrılsın diye ama ayrılmamıştı” diye başlasa olur mu bir konuşma? Olur tabii. Yeter ki masada birbirleriyle konuşunca birbirlerine iyi gelen iki insan olsun o esnada.
Konuşmuyoruz. Anlaşmak için değil artık hiçbir konuşmamız.
Şairin “hem yaralı, hem yakını bir yaralının” dediği yere geldik mi tastamam? Şüphe yok ki geldik.
Şunu iyice hatırlıyorum. Hayattaydı Mevlana Abi ve Eski Kafa’daydık. Hepimiz oradaydık ve kasıtsız, dolaysız, dolayımsız konuşmuştuk sabaha kadar. Hatırladığım son gerçek konuşma oymuş gibi geliyor bana şimdi. Neden?
Belki baharın hiç gelmediği çağlara eriştiğimiz içindir ve belki hep birlikte sustuğumuz içindir.
Uzmanlar konuşuyor artık bizim yerimize. Kırmızıya kesmiş suratlarıyla nasıl da biliyorlar her şeyi. Nasıl da çözmüşler çözülmesi gereken ne varsa. Aciz kalıyoruz onların o kalabalık cümleleri ve bilgiç gülümsemeleri ve gevrek kahkahaları karşısında.
Eskiler “Allah hayretini artırsın” diye bir dua ederlermiş sevdiklerine. Bu sanki Goethe’nin şu cümlesiyle akraba: “İnsan konuşmaya başlayınca şaşırmaya da başlar.”
Şaşırmak istemiyoruz ki artık. Hiçbir şey bizi şaşırtmasın ve dengemizi bozmasın istiyoruz. Hayret, bir makam değil kimse için. Dünyaya konuşarak sarkmak ve şaşırmak geçmiyor aklımızdan.
Ezberimiz, konforumuz, yaslandığımız cümlelerimiz bozulmasın da öylece kımıltısız yaşayıp gidelim istiyoruz belki de.
Gerçi, yanlış hayatın doğru yaşandığı görülmemiştir biliyorum lakin yine de şaşırıyorum işte bir dizide bile olsa bir adam bir kadına “doğru olmaya çalışma” dediğinde. İnsanın 10 bin yıldır biriktirdiği havsalasına savaş açıyoruz susarak ve “doğru olmaya çalışma” diyerek. İnsan, doğru olanı yapmaya çalışmasa niçin insan ki?
Elindeki çatal dut ağacıyla suyu arayan adamların çok susup az konuştuğu konuşmalardan lazım bize. İki kişinin saatlerce susup, susarak uzun uzun konuştuğu konuşmalardan lazım. “Bu senin aleyhine bile olsa doğru olanı yapmaya çalışmalısın” diyen adamlarla konuşmamız lazım acilen.
Konuşalım mı?