Hayır. Benim açımdan mesele, “ya olacağız ya öleceğiz” meselesi olarak da görünmüyor, “öldük” meselesi olarak da. Bunun ikisinin arasında ve aslında bu ikisinin dışında bir yerden konuşmadığımız sürece de birbirimizi anlayamayacağız.
Geride bıraktığımız 10 yıl boyunca baskılamaya çalıştığımız dolar kurunun maliyetini ödüyoruz bir yandan. Burası net ve kesin benim açımdan. Fakat bir yandan da pandemi sonrası ekonomisinde ülkemizi bir “üretim üssü”ne çevirmenin yollarını arıyor ve planlarını yapıyoruz. Çektiğimiz sancının büyük kısmı da buradan kaynaklanıyor. Burası da net ve kesin benim açımdan.
Düşük faiz, yüksek kur, yüksek istihdam ülkemiz açısından tek “makul çıkış yolu” olarak duruyor. Tabii ki bunun tüketim alışkanlıklarımızı, yaşam konforumuzu falan çok zorlayan bir tarafı var. Bilhassa orta sınıf, kendisini “sudan çıkmış balık” gibi hissediyor. Toplam sosyal politikasını “alt sınıfın hayatını idame ettirmesi, orta sınıfın memnuniyeti” üzerine kuran Türkiye, “sınıfların birbirine yaklaşmasının kaçınılmaz olduğu bir “koridor ekonomisi” kovalıyor artık. Yönelimini değiştiriyor ve dahası değiştirmek de zorunda.
Tutar mı peki düşük faiz, yüksek kur, yüksek istihdam yönelimi? Bunun cevabını verebilmek için iki temel bilgiye ihtiyacımız var. Birinci bilgi dövizin duracağı tarih. Dövizin yukarı yönlü hareketi kısa sürede -kaç parada durursa dursun- durmazsa ve piyasalar “artmayacak artık, artmaz artık” fikrini satın almazsa hayır, tutmaz. Çünkü düşük faizle verilen TL de, mal satarak elde edilen TL de “döviz hareketinden para kazanma piyasası”nın oyuncağı haline gelir. Fakat dövizin yukarı yönlü hareketinin kısa sürede duracağını, Türkiye’de üretimin de turizm gelirinin de rekor kıracağını düşünüyorum. Dolayısıyla bu birinci bilgiden yana bir endişem yok.
İkinci bilgi ise daha kritik. Ekonomik makas değişikliğinin getireceği stresle mücadele etmek zorunda kalacak alt-orta sınıflara ve küçük esnafa ne olacak?
Açık konuşmak gerekirse açıklanan asgari ücret zammı da, işverene sağlanan vergi avantajı da çok çok olumlu. Çok çok olumlu ama asgari ücretlinin ve işverenin “ezilmemesi” yönünde bir olumluluk bu. Yoksa 2021 asgari ücretine göre 2022 asgari ücretinin satın alma gücümüzü bir miktar gerilettiği çok açık. Bundan fazla bir asgari ücret zammının “yüksek istihdam” politikasına zarar vereceği de çok açık.
Sıkışık nizam ilerleyeceğimiz bir ilk altı ayı olacak 2022’nin. Hesabını asla “ona göre yapmayan” Türk orta sınıfının “bittik, battık” çığlıkları ile “ezan-millet-bayrak” üçgeninde slogan atmayı Tayyip Erdoğan’ı desteklemek zannedenler arasında bir sarkaçta gelip gideceğiz.
Bana sorarsanız Türkiye’nin yeni haritası 2022’nin ikinci yarısından itibaren belirginleşecek. Doğrusu bu olumsuz tabloya, dövizin yukarı yönlü hareketine, satın alma gücümüzün gerilemesine rağmen 2022’nin ikinci yarısında “koridor”un son derece aydınlık bir yere doğru ilerlediğini göreceğimizi düşünüyorum.
Gelelim sorunun cevabına. Küçük esnaf zorlanacak, hem de çok zorlanacak. Zaten pandemide çok tökezleyen, çok kan kaybeden küçük esnafın “yaşaması” için kolları sıvama zorunluluğu var iktidarın. Zaten bazı hamlelerin yolda olduğu da konuşuluyor.
Alt sınıfların “sosyal devlet” politikaları ve kanaat ekonomisi ile hayatta kalacağına da kesin olarak kaniyim.
Asıl sorun, sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada “ne yapsanız memnun olacaklarmış gibi durmayan” orta sınıfta olacak. Orta sınıfın alıştığı yaşam konforu da, yaşadığı “dolce vita” da bir süre askıya alınmış olacak çünkü. Alt sınıflar kanaat ekonomisine alıştıkları yerden devam edecekler elbette ama orta sınıf, alışageldiği konforundan olmanın getirdiği öfkeye kaptıracak kendisini. “Ayağını yorganına göre uzatmak” orta sınıfın cehennemidir zira. Ekmeği hesaplarken dolar hesabına yüklenecek, ödediği kirasını hesaplarken dolarla hesaplamak aklına bile gelmeyecek çünkü.
Yanlış anlaşılmasın yazdıklarım. Orta sınıfın içinde yaşadığı ve hükümetler tarafından yaşatıldığı “tatlı hayat”, hemen hemen bütün dünyada tehdit altında ve ben bunun çok ama çok büyük bir sorun olduğunu düşünüyorum. Orta sınıf, bu gerçekle ne kadar çabuk yüzleşir ve pozisyonunu ne kadar çabuk güncellerse bu vartayı atlatma şansı o denli yüksek olacak.
Tabii ki politik argümanların daha da sertleşip daha da çirkinleşeceği bir başka koridor da bekliyor bizi. Bunun yıpratıcılığı da bence en az ekonomik değişimin yıpratıcılığı kadar can sıkıcı.
Gelelim yazının niçin kimsenin işine gelmeyeceği meselesine. Çünkü bu yazıyı yazmak benim de işime gelmiyor. Ne düşündüğümü dürüstçe ve dolaysız şekilde yazıyorum çünkü. Numarasız ve ajandasız. Kiminiz diyecek ki “yandaş”, kiminiz diyecek ki “şu verdiğimiz ekonomik bağımsızlık savaşında yazılacak yazı mı bu?” Hatta en çirkini olarak “tabii senin tuzun kuru” cümlesine muhatap olmak zorunda kalacağım. En çok da kendi fikirlerini hakikatin tek temsili olarak ele alan insanların “sen bu işlerden anlamıyorsun” kibirlenmeleri yoracak beni.
Doğru öyledir. Ben bu işlerden anlamam. Ben sadece bu işleri merak eden, kurcalayan bir adam olmaya çalışıyorum çünkü. Bundan başkaca bir yol da, yöntem de bilmiyorum.