Hadi usulünce söyleyelim. Belki biliyorsunuzdur. “Beş benzemez”, pokerde kazanan en küçük eldir. Kâğıdın yüksekliğine bakılarak kazanır eli “beş benzemez.”
Fakat bunlar altı. Hatta gizli ortakları HDP ile yedi. Neyse…
İngilizcede “unmatched” kavramı vardır. Literal anlamı eşsiz demektir lakin hemen hiçbir zaman “eşsiz” anlamında kullanılmaz.
Misal giriniz mezat sitelerine, fincanı ayrı, tabağı ayrı olarak uydurulmuş, bir araya getirilmiş, altılı kahve takımlarını “unmatched” diye satar gavurlar. “Eşleştirilmiş” anlamına gelir böylece “unmatched” kavramı. E, bizimkiler altı adet ya. Fincan ayrı tabak ayrı takım olur bunlardan. Yedinci ve masaya oturtamadıkları gizli ortakları HDP de “sütlük” olursa ne âlâ memleket.
Şakayı tam istediğim gibi yapamadım. Olsun, zaten bu yedi benzemezin kendileri birer şaka mesabesinde oldukları için benim şakam da varsın güldürmeyiversin.
Allah bana ömür verirse yıllar sonra gençlere anlatmak istediğim bir “anıya” dönüştü benim açımdan Kemal Kılıçdaroğlu’nun topladığı “looser masası.”
Şöyle anlatmayı planlıyorum: Gençler, vaktiyle Türkiye’yi Recep Tayyip Erdoğan yönetiyordu. Tek politik oryantasyonları “ne olursa olsun Tayyip gitsin” olan bu yedi ortak, bir masa etrafında toplandılar ve olaylar gelişti.
Muhtemelen lafın burasında gençler “nasıl gelişti” diye sorarlardı. Ben de yine şakamı yapardım: “Kurban bayramında yedi ortak danaya girseler danayı ellerinden kaçırarak hüsrana uğrayacak bu ekip Türkiye’yi nasıl ele geçireceklerini planladılar oturup. Üstelik bu ekibin büyük ağabeyi Kemal Kılıçdaroğlu’na göre Ali Babacan “Türkiye ekonomisini batıran adam”, Temel Karamollaoğlu “Sivas olaylarının baş müsebbibi”, Meral Akşener “Derin Devlet’in sembolü”, Ahmet Davutoğlu “Suriye savaşını başlatan adam” durumunda idiler. Bir de Demokrat Parti başkanı vardı toplantıda ama onun adını herkes ilk defa duyduğundan Kılıçdaroğlu’nun onu nasıl nitelendirdiğine dair bir bilgi yoktu elimizde. Unutmadan. Bir de masaya çağırmaktan utandıkları bir ortakları daha vardı. Terör örgütü PKK ile birlikte hareket eden ve bunu da hiçbir zaman gizlemeyen HDP.
Tabii, çapraz karşılaştırmalarda işler daha da karışık bir hale geliyordu. Örneğin Meral Akşener için Ahmet Davutoğlu “Türkiye’deki mülteci sorununu başlatan adam” durumunda idi. Temel Karamollaoğlu için Ali Babacan “liberal ekonomi politikaları ile Türkiye’yi dünya finans aygıtlarının oyuncağı yapmış” biriydi. Davutoğlu’na soracak olursanız masadakilerin hiçbiri ile anlaşmasına imkân yoktu. Zira “kadim medeniyet konsepti nedir?” diye sorsanız cevap verecek kimse yoktu masada.
Böyle devam eder giderdi gençlerle konuşmam. Finalde de şunu söylerdim. Hayatım boyunca anlamadım güncel, gündelik politikanın kendine mahsus absürt kurallarını, işte geldik gidiyoruz, hâlâ da anlamış değilim.
Kılıçdaroğlu’nun yanına 6 “looser”ı alıp 2023’te memlekete başkan olma planı her bakımdan enteresan bir plan bana kalırsa. Birinci ve en önemli enteresanlığı Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’ı yenebileceğine dair beslediği umut… Galatasaray kalecisi İsmail Çipe’nin sert şutları kontrol edebilme umuduyla yarışacak bir umut bu. Neredeyse “imkânsız bir umut.”
İkinci enteresanlık ise şu: Küresel güçlerin ve onun kültür endüstrisi içerisindeki yardakçılarının 2023 adayı Ekrem İmamoğlu. Burası artık gün gibi ortada. Kılıçdaroğlu neye nasıl güveniyor da Erdoğan’ın karşısına aday olarak çıkmak istiyor, anlaşılır gibi değil. Göreceksiniz. Kılıçdaroğlu, küresel güçlere rağmen başkanlığa aday olamayacak. Hatta diyebilirim ki en büyük siyasal yenilgisini 9-10 kez yenildiği Erdoğan’dan değil, İstanbul’u teslim ettiği, teslim eder etmez de pişman olduğu İmamoğlu’ndan alacak.
O masa, “masa da masaymış ha” dizesine bile konu olmayacak. Çünkü oyunu Kılıçdaroğlu değil, İmamoğlu ve dostları kuruyor epeydir.
Bekleyelim, görelim.