Mahir Kaynak ne demişti: ''Eğer devlet bir gün Türkiye’ de dini kaldırmak isterse, bunu İslamcı bir parti eliyle yapar. Eğer Şeriatı getirmek isterse bunu da CHP eliyle yapar. Eğer Kürdistan kurmaya karar verirse bunu da MHP eliyle yapar.''
Mahir Kaynak bir zamanlar, şu mealde bir şeyler söylemişti: “Siyasette birisi kariyer yapmak istiyorsa, hiç kimsenin bilmediği bir kasetini veya kendi aleyhine olan bir dosyayı, yükselmek istediği makamın başındakine verir ve bunları bugüne kadar nasıl gizlediğini ona anlatırsa, ondan sonra ona bütün kapılar açılacaktır. Çünkü onların böyle her istediklerini yaptırabilecekleri birine her zaman ihtiyaçları vardır ve o kendilerine ihanet edecek olursa, onu bitirmek için ellerinde güçlü bir kanıt bulunmaktadır.”
Münafıklığın bu kadar revaçta olduğu başka zamanları bulmak çok kolay değil.
İnsanlara duymak istedikleri söyleyeceksin ve yapmak istediğin şeyi yapacaksın..
İyi bir berberin, iyi bir terzin, halk nezdinde itibar gören bir din adamı, bir gazeteci, bir de akademisyen olacak çevrende.
Konuşurken, halka hayal ettikleri, duymak istedikleri şeyi söyleyeceksin.
Vadederken, korktukları şeylerle rakiplerini özdeşleştirirken, onlara karşı meydan okuyacaksın. Hayal ve umud vadetmek, dünyanın en ucuz ve en itibar vadeden konularıdır. Hiçbir gerçek hayalin kışkırttığı beklentiler kadar heyecan verici değildir.
Sonra, kalabalıklara neler yaptığını anlatacaksın, konuşmanın söz bölümünde ise, kaldığımız yerde devam edeceğiz, bizi engellemeye çalışanların engellemelerine rağmen millete hizmet yolunda var gücümüzle çalışacağız, içimizde bu hızımıza ayak uyduramayanları da ayıklayacağız filan diyeceksiniz. Şeyhin oğlunu Piyango idaresinin başına getireceksiniz, Genelev açarken bile icabında kurban kesip tekbir getirecek birileri olacak çevrenizde. Halktan tepki gelirse, “günah keçileri”n eksik olmayacak elinin altında. Mesela Adnan Oktar’ı, nasıl RP’nin içine soktular ama. Bu iş bilmiyorsanız, siyaseti unutun. Karda yürüyecek, ayak izini belli etmeyeceksin.
Çok akıllı, dürüst, cesur insanlarla bugünkü anlamda siyaset yapılamaz. Astına karşı şiddetli olabilirsin ama, üstüne karşı şirinlik muskasını cebinden eksik etmeyeceksiniz. Bütün suç aşağılardakilerde, bütün akıl, hikmet, cesaret, şecaat onlar hep yukarıdakilerdedir. Onların açtığı yolda, gösterdiği hedefe doğru emin adımlarla yürüyeceksiniz.
Eflatun, “bir kişi ailesini yönetmekte zorlanırken, bir ülke halkını yönetmek istemesi çok mantıklı” değil der “Devlet” kitabında. “O kişi ya ne istediği bilmeyecek kadar cahil ya da devletin gücünü kullanarak kendine o oradan menfaat sağlamak isteyen bir soysuz” olduğunu söyler. “Siyaset gömleği“ bizim geleneğimizde “idam gömleği”dir. “Siyaset etmek” “adam öldürmek” demektir, “siyaset meydanı” diye “adam asılan meydan”a denir, “siyasetgah” ise “dar ağacı”na verilen ad’dır.
Bugünkü Milletvekillerinin dörtte üçünün ben bir tek Siyasetname, Fütüvvetname, Emanname, Pendname, Siyasi bir Vasiyetname okuduklarını sanmıyorum. İsmail Cem, “Türkiye'nin geri kalmışlığın Tarihi”nden bunlardan söz eder, CHP’lilerin bile, İş Bankası Yayınları arasında da çıkan bu kitabı okuduklarından emin değilim. Siyasi kavram ve Kurumlar konusunda halimiz yaman. En çok konuştuğumuz Cuhuriyet ve Laiklik kavramlarını ansiklopedik çerçevede bile bilmeyiz. Bilmediğimizi de bilmeyiz. Öğrenmek de istemeyiz. Zaten Sekülarizm’i, Bizantinizm’i hiç bilmezler. Papağan gibi ezberledikleri bir takım cümleleri tekrarlayıp dururlar. Şeriatın anlamını da bilmeyiz mesela.
İstanbul sözleşmesine dayalı çıkan yasayı mecliste AK Parti grubu adına çıkıp konuşan savunan milletvekiline, çık konuş demişler o da çıkıp konuşmuş, yasa tasarısının metnini bir kez olsun okumadan. Ağzı laf yapıyor, ses tonu iyi, sataşanlara da haddini bildirecek bir asabiyete sahip biri olunca, hele bir de hem liberal, hem İslamcı biri iseniz sizden iyisi yok. Parti grubu ise, her parti için aynı, lider dedikleri adam ya da parti grubu adına konuşan biri her cümlesinin sonunda alkışa hazır. Zaten gözler grub başkan vekillerinde o alkışlayacaksa alkışlarlar. O ayağa kalkarsa kalkarlar, kalkmazlarsa zaten kalk diye uyarılırlar. Koltuğundan kalkıp yürür de tüm grub ayaktarır. Aman aman, halimiz bu. Uysal başlı Ecevit’i Mecliste ilk başörtüsü tartışırken hatırlayın..
Siyasetin geldiği nokta ortada. Her alanda VIP ve CIP’lerin seviyesi Kahtı Ricali işaret ediyor. Siyasiler toplumun vekaletini, emanetini üslenirler. Diğer insanlarla birlikte, onlar, diğer insanların da sorumluluklarını üslendikleri için yaptıkları yanında yapmaları gerekirken yapmadıklarından ötürü de hesaba çekileceklerini bilmeleri gerekir.
Hz. Ömer Adaletten ayrılmadı, hep nefsini hesaba çekti, kibirden ve saltanattan uzak bir hayat yaşadı. “Bana ayıplarımı, kusurlarımı söyleyen kimse Allah-ü Teâlâ'nın merhametine kavuşsun” diyordu. Kendini hutbede uyaran zenci bir kadına ”Vallahi kadın Ömeri susturdu” dedi. Cübbesinin hesabını soran bir sahabiye ise hesab verdi. Ondan hesab sormadı. Bir başka zamanda “eğer bir yanlış yaparsam ve kendimi savunur, düzeltmezsem ne yaparsınız?” dediğinde, “Sizi kılıcımızla düzeltiriz” diyen sahabeye “Ömer hata yaptığında onu düzeltecek kardeşler yaratan Allaha hamdolsun!” diyebiliyor? Peki biz böyle mi yapıyoruz? İktidara yürürken Kocakarı ve Ömer hikayeleri anlatıyorduk ama, iş başına geldikten sonra daha önce verilen sözler unutuluyor ne yazık ki!
“Şu giderse, şunlar gelir. Şu gelirse, kurtuluruz, şu başımızda olduktan sonra bizi kim yenebilir ki”, gibi sözler etmeyin. Halid b. Velid olayını hatırlayın. İsrail oğullarının başında Hz. Musa, Hz. Harun, Hz. Yuşa ve önlerinde bir kıta da melek vardı. Denizi geçtiler ama, on günlük yolu 40 yılda ancak gidebildiler. Unutmayın her topluluk layık olduğu gibi idare olunur.
Siyaset konusunda ehliyet ve liyakat sahibi olmayanlar, dünyalarını kazanıyor gibi görünse de onlar kaybedenlerdir. Paraları, malları, evlatları hayır vermez onlara. Onların sahip oldukları şeylerin ve ömürlerinin bereketi de olmaz. Sırtlarında taşıdıkları kahır yükü, ahirette de onlar için cehennemde yakıta dönüşür.
Siyaset bir çok kişi için kimi zaman “dua ile istenen beladır”. Elde edilen para, servet ve itibar bir çoğu için aslında kahır ve bereketsizlik yüklüdür, o işi sonu pişmanlık ve hüsrandır. Çünkü siyaset en fazla kul hakkının söz konusu olduğu bir iştir. İnsanlar yapması gerekirken yapmadıklarından da hesaba çekileceği için o alan büyük titizlik gerektiren bir alandır. Tabii ki, görevini Hakkı ile yapanlara selam olsun.
Hepimizin hiç aklından çıkmaması gereken bir konudur kul hakkı. Allah kul hakkını yiyenleri affetmeyecektir.. Hatta kamu malı, yetim malı gibidir, ki yetimin hakkını görüp gözetmeyenlerin namazları bile kabul edilmeyecektir. “Vay o namaz kılanların haline ki, onlar yetimin hakkını yerler” diye başlayan ayeti hatırlayalım. Siyasilerin pek çoğunun maddi kazanımları ile Manevi kayıplar karşılaştırıldığında büyük bir kayıp söz konusudur ama Şeytanlara bu işi süslü gösterir. Siyasete kendileri talib olanlar bu konuları iyi düşünmelidirler..
Siyaset ve kamu görevi alanının olabildiği ölçüde daraltılması gerekir. Siyasetin ekonomik maliyetinin de çok büyük ölçüde daraltılması, bürokrasinin azaltılması, siyasetin olabildiğince şeffaf hale getirilmesi ve denetimin en yüksek seviyeye çıkartılması gerekir.
Allah, insanları devletsiz bırakmasında, kimsenin devletini de milletinin başına bela etmesin. O daha büyük bir beladır. Unutmamak gerekir ki peygamberler tarihi, neredeyse zalim yöneticilerle ve diğer zalim ilim ve servet sahipleri, müstekbirlerle mücadele tarihidir.
Bu sıfatların bir çoğunu kendi üstünde toplayan, bir de “İlahlık ve Rablik” iddiasına bulunan tanrı kıralların nasıl zalimlerden olduğunu Kur’an-ı kerim bir çok misalle aldatır. Krallar gibi devletlerin de kendilerini kutsamaları ayrı bir beladır. Resmi ideolojilerini dinleştiren zalimlerin sayısı da az değildir. Kimi kendini haşa “Allah’ın gölgesi” ilan eder ve insanlara “kullarım” diye ifade eder, kimi kendini “mülkün sahibi” görür, kendine ibadet edilmesi için kendini ve eserlerini “Abide”ye dönüştürür.
“Abd” kul, demektir. “Abid”, ibadet eden, “Mabed”, ibadet edilen yer, “Mabud” ibadet edilen, hepsi aynı kökten gelir. “Abide” aslında "ibadet etmek, kulluk etmek" gibi bir anlama da gelir. Paganların putlara ibadetindeki Tanrı adına diktikleri anıtlara karşı tazimle ilgili bir tanım.
Bazı filozoflar, devleti, “kendi kendini idare etmekten aciz toplumlara Allah’ın cezası” olarak tarif eder. İnsan Devletçi olmamalı. Devletler de zalim olabilir. Hak'tan yana olmalıyız, şundan bundan yana değil. Ehliyet ve liyakat her zaman, her yerde, her işte şart. Bir de unutmayalım ki, siyaset velayet değil, vekalet müessesidir. Devlet kapısından ihtişamla, darbe yaparak girip, hak, hukuk gözetmeyenlerin zelil olmuş bir şekilde cehenneme sürüklenecekleri akıllardan çıkartılmamalı. Kim siyasete toplumun “ehli hal ve akt” statüsündeki ileri gelenleri tarafından davet edilir, o da geçici bir süre bu görevi üslenirse ve görevini hakkı ile yaparsa, Allah ona rahmet etsin.
Selam ve dua ile.