Adamın biri dönemin ünlü dervişlerinden birinin yanına gidip, önünde diz çökmüş. Meraklı bir yüz ifadesiyle; derviş efendi size bir şey sorabilir miyim? Demiş. Derviş buyur evladım yanıtını verince adam, cebinden küçük bir iğne çıkarıp dervişin eline tutuşturmuş. Sonra başını, devesinin bulunduğu yöne doğru çevirip deveyi dervişe göstermiş ve devam etmiş.
Derviş efendi; Allah isterse bu deveyi bu iğnenin deliğinden geçirebilir mi? Derviş ilk olarak şaşırmış. Yüzünde beliren küçük bir gülümsemeden sonra cevap vermiş. Tabi ki geçirir evladım, o nasıl soru? Adam devam etmiş. İyi ama derviş efendi, bu deve, bu iğnenin deliğinden nasıl geçer. Senin aklın buna yatıyor mu? Derviş efendi, yüzündeki gülümsemeyi ciddi bir şemale büründürdükten sonra şöyle devam etmiş. Evladım Allah’ın kudretinden sual olunur mu? Ya deveyi küçültür ya deliği büyütür ama illaki geçirir. Allah’ın gücü her şeye yeter.
Hayat sınırlarını keskin çizgilerle belirlemiş biriydim. Çizgileri aşan herkes ve her şey benim gözümde parçalanmış veya yok olmuş olurdu. Sonraları ben büyüdüm. Yaşadıklarım sayesinde yaşayacaklarımı merak eder oldum. Ölümden habersiz pembe gözlüklü dünyalıklar gibi, bende buradayım demeyi öğrendim. Kendi düşüncelerimi tartmayı, yanlışlarımdan tecrübe kazanmayı; ailemden bağımsız olarak yaşamayı denedim.
Sonra kitaplarla tanıştım. Beni kitaplara kaçıran insanların kendileriydi. Kendimdeki hataları düzeltmeye çalışırken, cahiller arasında kalan âlimin halini anlar oldum. Zifiri karanlık bir gecede kendi çapında etrafa ışık saçan ateş böceğini sever oldum. İşte o zaman kendimi sürekli kızgın közün üzerine konmuş, isli demlikten çay içer buldum.
Kitap okudukça, tecrübelerim arttıkça, insanları gözlemleyip saygınlığın ne kadar önemli olduğunu anlayınca, kaçak dövüşmemek gerektiğini kavradım. Kapı kolu olamayacak insanların sırf birilerine yaptığı yalakalıklar sayesinde mevki elde ettiklerini, ne kadar saçma olursa olsun kendini bir davanın temsilcisi sayanların; bu uğurda gerçekten tırnaklarıyla kazıyarak çalıştıklarını gördükçe, benim de çalışmam gerektiğini anladım.
Kavga edenleri, pervasızca küfredenleri, her fırsatta kendini kanıtlamak için bağırıp çağıranları, güç gösterisi peşinde koşanları görünce, sukutun kıymetini keşfettim. Bulunduğu her ortamda konuşulanları başkalarına yetiştirenlere şahitlik edince, tellallığın kötülüğünü öğrendim. Dünya kadar malı olanların dertlerine çare bulamadıklarını görünce, paranın kıymetsizliğini anladım. Üzerindeki kıyafetlerden, başına taktığı eşarptan, oturduğu koltuktan ilim sahibi olduğunu anladığım insanların yanına gittiğimde, Yunus’tan bi haber olduklarının ağırlığını taşıdım.
Zaman zincirden boşanmışçasına ilerlerken, bir şeyler öğrenebilmenin mutluluğunu yaşadım. Ben buna tahammül edemem dediğim şeyler artık neredeyse her gün karşıma çıkan sıradan hadiseler haline geldi. Dünyanın sadece ak ve karadan ibaret olmadığını anladım. Grinin, mavinin, yeşilin varlığının bazen yaşamı gerçekten kolaylaştırdığını fark ettim.
Her şeyi anlamaya, fark etmeye, hissetmeye çabaladım ama bir türlü yaşamayı öğrenemedim vesselam.
Dervişinde dediği gibi Allah’ın kudretinden sual olunmaz. Bakalım Allah bize ne gösterecek…