Biz derinlerde yaşıyoruz. Hep derine kazıyoruz. Savaşıyoruz. Çünkü arıyoruz. Çünkü hasret çekiyoruz. Çünkü biz karanlıkta yaşıyoruz.
Birkaç zaman önce kimsenin tam olarak tarihini bilmediği ya da kestiremediği senelerden birinde, birileri dünya üzerinde yaşayan bütün halkları bir it dalaşının tam ortasına attı. Kimlerin orada olduğuna aldırmadan, çocukların oyun oynadığını umursamadan, annelerin uykusuz gecelerini ti’ye alarak, babaların özlemleriyle alay ederek herkesi ama herkesi bu dalaşın ortasında bıraktı.
Oysa herkes kendi halinde yaşayıp gidiyordu. İnsanlar inandıkları dinlere göre ibadet ediyordu mesela, babaanneler torunlarına masal anlatıyordu ya da çocuklar okula gidiyordu. Ne bileyim işte herkes sabah olunca şöyle bir yatağında genleşip güneşe bakıyor akşamları kahve içip yakamozda şiirler okuyordu.
Ama onlar buna aldırmadılar. İlk, kavramlar attılar ortaya. İnsanların temiz kalpliliklerini, saflıklarını cahillik bilip bundan yararlandılar. Sonra onları hep ayırdılar çünkü birlik olursa amaçlarına ulaşamayacaklarını biliyorlardı, çünkü bununla baş edemeyeceklerini biliyorlardı. Sonra ayırmayı başardıkları sözde tarafları, tarafgirliklerini fırsat bilerek düşman ettiler. Hutu’yu Tutis’e düşman ettiler, Alevi’yi Sünni’ye, Katolik’i Ortodoks’a, Kürt’ü Türk’e düşman ettiler. Irak’ı İran’a, Akdeniz’i Mısır’a, Japonya’yı Kore’ye, Arap’ı Müslümana, düşman ettiler.
Biz yaşarken hayata küstük. Ateş yakıp ışığa düşman olduk, silah alıp mermiye düşman olduk, fizyoloji bilip saça, kıla düşman olduk. Biz solu yumruk yapıp sağa düşman olduk ama ne sağ kol ne de sol kol olmadan eksiksiz yaşadık. Biz hep sevdik ama hep düşman olduk. Ya da ALDIRMADIK.
Artık günler geçiyordu, kavramlar tek başlarına kifayet etmiyordu hiçbir şeye. Sonra her şeyin bir türevi ortaya çıktı. Temelde aynı düşüncenin, aynı amacın hizmetkârları olsa da süslü kelimeler, tanımlar girince işin içine insanlar yine aldandı, kandı. Tekrar başladı düşmanlıklar, huzursuzluklar.
Bağdat’a bombalar yağdı, Filistin’de çocuklar hiç çocuk olmadı, caddelerde tanklar gezdi, bayraklar yakıldı, haritalar değişti, yoksulluk aldı başını gitti. Dünyanın bir tarafında barlarda gençler zevkten içki içip dans ederken diğer tarafında elektriksiz bir evde küçük kardeşinin cesedini kucağına alarak annesine sarıldı genç(!) erkekler.
Bizler bu sefer şüphelendik. Şüphe düştü mü insanın içine bir kez; büyüdükçe büyüdü damarlarımızda, beynimizi kemirdi yavaş yavaş. Araştırdık, inceledik, eğitim gördüğümüzü hatırladık, güçlü olduğumuzu anladık, karşı koyabileceğimizi keşfettik.
Ve bizler mahirce karşı durduk çağın ayak oyunlarına; karşı durduk kuduz itlerin pençelerine, dişlerine; karşı durduk tasmaları eline alan siyah gölgelere. Caddelere atılan bombalara inat, yüksek teknolojili uçaklara inat, sözde yasal tanklara, tüfeklere inat biz varız dedik onlara. Biz halkız; mazlumu ezdirmeyiz, vatanı yem etmeyiz, namusumuza göz diktirmeyiz. Bu memleket bizim, bu hayaller bizim; biz umuda gölge düşürtmeyiz, annelerle babalarla alay ettirmeyiz, çocukların oyuncakları bizden sorulur bundan sonra, gençlerin eğitimi, hayatın şiiri biziz.
Artık yeni bir düzen geliyor dünyaya. Geçit yok bundan sonra kuduz itlere, ellerinde tasma tutan siyah gölgelere, adil görünen adi oyunlara.
Güneş artık yeniden yükseliyor, topraklar çorak olmaktan çıkıyor, ırmaklar nehirlere, nehirler denizlere karışıyor. ARTIK YENİ BİR DÜZEN BAŞLIYOR…