Dershanelerin kapanma tartışmasının bütün ateşiyle sürdüğü günlerden biri. Aşağılık FETÖ’nün önde gelen temsilcilerinden biri Nakşibendi-Halidî kolun Türkiye’deki en önemli dergâhlarından birinin üst düzey bir ismine dert yanıyor:
Sizin dergâhlarınızı, medreselerinizi, vakıf temsilciliklerinizi kapatsalar ne yaparsınız? Bizim yaptığımızı yapmaz mısınız?’
Cevabı gülümseyerek veriyor diğeri: ‘Yapmayız. Dergâhlarımızı kapatırlarsa hatmelerimizi bodrum katlarda, evlerde, market depolarında yaparız. Medreselerimizi kapatırlarsa çocuklara ilim öğretirken bize evini açacak ev sahipleri buluruz. Vakıf temsilciliklerimizi kapatırlarsa hizmetlerimizi yapmanın bir başka yolunu araştırırız.'
Aşağılık FETÖ militanı, kolayca vazgeçmek istemiyor: ‘Ne yani, yapılan haksızlığa sesinizi çıkarmaz mısınız?’
Cevap net oluyor: ‘Çıkarırız elbette sesimizi. Deriz ki ‘biz ne yaptık, ne kabahat işledik de başımıza gelenle sınanıyoruz? Biz ne yaptık da dergâhlarımız, medreselerimiz, vakıflarımız kapanıyor?’
Ayniyle vaki bu konuşma burada bir dursun.
‘FETÖ meselesinden sonra Türkiye’de birilerinin dolaşıma soktuğu ‘bu cemaatlerin hepsi böyle, hepsi tehlikeli’ cümlesinin bir kıymet-i harbiyesi var mı?’ sorusunun cevabı önemlidir. Hadi bu cevabı bulmak için biraz tarih çalışalım.
19. yüzyılda yaşayan ve ‘Nakşibendiliğin ikinci kurucusu’ olarak değerlendirilen Mevlana Halid-i Bağdadî (rha)’nin (Müfit Yüksel ağabey kızmasın diye Mevlana Halid-i Deyrozorî diye de anıldığını ekleyelim) yenilediği şey sadece Nakşibendi tarikatının bir takım esas ve usulleri değildi. Üç yüzün üzerinde halife yetiştirerek İslam âleminin dört bir yanına irşat için yollayan bu adam aynı zamanda son derece siyasi bir yenilenmenin de motor gücü olmayı umut ediyordu.
Tarikat hayatını sadece dergâha hapsetmek yerine ‘halk içinde Hak ile’ cümlesiyle sloganlaştırabileceğimiz bir anlayışla yaygınlaştıran Mevlana Halid, aynı zamanda ilim ve irfan dengesini ilim lehine yeniden kurmasıyla da tanınır.
Mevlana Halid’in devletle tarikatın kurması gereken ilişkiyi nasıl tanımladığını dört cümlede özetleyebiliriz. Bir: Devletle mesafeni her zaman koru. İki: Devletle çatışma. Üç: Devletten bir şey isteme; hele güç hiç talep etme, güçleneceksen kendi imkânlarınla güçlen. Dört: Devlet senden makul bir şey talep ederse yerine getir.
Buradaki ‘makul’ün ne olduğunu izaha elbette gerek yok. Allah’ın dinine aykırılık teşkil etmeyen ‘ruhsatlar alanı’nı tanımlıyor Mevlana Halid.
Dolayısıyla hem yüz yılı aşkın tarihi süreçte hem de bugün Türkiye’deki dini yaşamın hem nitelik hem de nicelik olarak sigortası sayılabilecek Halidî’liğin de aralarında olduğu irili ufaklı pek çok gelenekli cemaatin 15 Temmuz öncesinde, esnasında ve sonrasında aldığı pozisyonu tam buradan tanımlamak, anlamlandırmak gerekiyor.
Dikkat isterim. Bugün Türkiye’de sıradan dindar insanın siyaseten ve aslında daha da önemlisi sosyolojik olarak var olmasını ve var kalmasını sağlayan motor güç Halidî’lik olmuştur. Meraklısı, Mehmet Zahit Kotku (rha) ile bir avuç başka ismin kurduğu hayallere ve hayata geçirdiği işlere bir göz atabilir. Ne dediğim net şekilde anlaşılacaktır.
Yanlış anlaşılmasın. ‘Türkiye’deki gelenekli cemaatlerin -ki bu geleneklilik vurgusunun önemi de ayrıca konuşulmalıdır- hiç hatası yoktur, hiç yanlışı olmamıştır’ falan demiyorum. Bu köşede, ürettikleri iletişimsizlik ortamı için cemaatleri en sert şekilde eleştirdiğimi hatırlayanlar olacaktır.
Ben sadece şunu söylüyorum: ‘Aranan memleket ve devlet düşmanlarına, aranan Türkiye düşmanlığına ne Halidîlik’te ne de diğer gelenekli cemaatlerde rastlayamazsınız. Dolayısıyla ‘bu cemaatlerin hepsi aynı’ cümlesini dolaşıma sokanların niyetlerinin iyi olduğundan kuşku duymaya hakkımız vardır.
Tabii, meselenin bir başka ve önemli yanı da Türkiye’de gelenekli cemaatlerin hala yaşadığı ‘legalize olma’ sorunudur. ‘Camilerde hatme yapacak imkânımız olsa dergâhlarımızın hepsini kapatırız’ cümlesinin önemi üzerinde düşünmemiz lazım gelir.
Devletin ne yapıp edip Türkiye’deki tüm gelenekli cemaatleri ve modern dini oluşumları kesinkes denetim altına alacak bir legalizasyon alanı sağlaması gerekir. Görünen o ki gelenekli cemaatlerin talebi de bu yöndedir.
Hem bu legalizasyon, toplum nezdinde çakma mehdilerle, dalavereci şeyhlerle gerçek irşat ehillerini, hakiki gönül doktorlarını birbirinden ayırmak anlamına gelir ki bu hizmetin karşılığı çok büyüktür.