Bir çıkış aradı Feride ömrü boyunca. Sıkıştığı köşeden kurtulabileceği o hamleyi bulduğunu düşündüğü her an yeni bir darbeyle yere düştü. Güçlüydü ama. Her seferinde yeniden kalktı ayağa. Ayağa, ayakta kalabilmeyi umarak kalktı elbette ama hep bildi ki bütün ayağa kalkışlar yeniden düşmek içindir.
“Osman oğlum, talihsiz kız bu Feride, talihsiz. Allah vermedi mi vermiyor işte. Yolu yok yolağı yok, kolu yok koyağı yok” diyerek anlatırdı Nezahat teyze. Ankara’nın bu uzak mahallesine Nezahat teyzeyi görmeye gelip gittikçe muttali olmuştum bu ilgin hayata.
Söktürebildiğim kadarıyla hikâyede erken ölen bir baba ve Feride’yi ortada bırakıp kocaya giden bir anne vardı. Hikâyeyi normal, hatta aşırı normal bir Ankara hikâyesi olmaktan çıkaran şeyse bu noktadan sonra gelişen olaylardı.
Feride’yi bir gece hacı dedesinin evinin kapısına bırakıp gitmiş anası. Daha 2 yaşında var yokmuş. Babaanne teheccüde kalkınca duymuş sesini.
İki yaşlı, fakir insancık ama sepetteki de torun öyle ya. Azdan çoktan, dişten tırnaktan artırıp bakmışlar Feride’ye. Babaanne usul usul dikişi, nakışı, sili süpürü, eldeki kısıtlı malzemeden akşam sofrasına üç kap yemek çıkarmayı; hasılı her bir şeyi öğretmiş. Feride on beşine gelince de “ay parçası gibi kızımız var, gelen görsün, görsün ki yaradan nasıl özenmiş” diyerekten haber salmış konuya komşuya.
Eh, güzel kız Feride. Elif gibi incecik, dal gibi pembecik. Çok geçmemiş, aşağı mahalleden nalbur Emin’in oğlu Hasan’a yakıştırmış babaanne Feride’yi. Görümünü serimini bir iyice konuşup düğüne durmuşlar.
Hasan iyi çocukmuş aslında da o anası yok mu o anası. Feride ne yapsa “gidinin kızı” demiş de başka bir şey dememiş. Sofraya kuş sütünden zerde koysa “bunun tarçını eksik” deyip hırlamış. Allah’tan bela dilenmiş, kuldan kötek ilenmiş. Başarmış da… Ne yapıp edip “erkek adam karısına vurduğu yumruktan belli olur” diyerek Hasan’a Feride’yi dövdürtmüş. Sıkmış dişini Feride. Sıkmış amma diş de bir yere kadar. Bir gün kaynanası sofranın başında “gidinin kızı, zaten gebe de kalamıyon” dediğinde tencereyi kapıp “oğluna dövdürmesen düşer miydi bebem” diyerek…
“Kasten” deyip “darben yaralama” falan ekleyip 3 yıl vermişler Feride’ye. O arada Hasan da boşamış zaten. Feride hapisteyken, Allah taksiratlarını affede, önce hacıdedenin, ardından babaannenin haberi gelmiş.
Çantasını eline verip “tahliye” dediklerinde on dokuzuncu yaş günü imiş. İhtiyarların evine gitmiş. Silip süpürüp oturmuş oturmasına da taş kaynatıp çorba mı edecek? Naçar kalıp damda tanıştığı Kara Melek ablasının yanına gitmiş.
“Konsa çıksan paraya para demezsin ama yine de sen bilirsin. Madem öyle tuvaleti temizlersin, kapıda kolonya verirsin. Verdikleriyle de geçimine bakarsın” demiş Melek.
Eh o da Allah’ın bir rızık kapısı. Yüzüne kara çalmış, yemenisini sıkı sıkıya bağlayıp girişmiş işe. Girişmiş ama, “aç mısın açıkta mı” diye günlerin bir günü sormayan mahallelinin ağzı da hemeninde torba olmuş. Dedikoduyu bir liraya alıp on kuruşa satmışlar. “Çocuklarımızın iffeti” mi dememişler, “mahallenin namusu” mu dememişler. Üstüne bir de “bize de yok mu” demeler, kapının önüne araba çekip müzik dinletmeler, nara atmalar başlamış.
“Sıkıştım ki yetiş” diye duaya durmuş Feride. Bir günahsız masum olduğundan mıdır bilinmez, kabul olmuş duası. Mahallenin camisinin yaşı az geçkin müezzini haber yollamış. “Gördüm, beğendim. Durumunu sordum soruşturdum. Dilerse helalim olsun” demiş.
Allah’ın emri Peygamber’in kavli denip bağlanmış iş. “Aman da ne güzelmiş” denirken evliliğin üçüncü ayı “tümör var müezzin efendi oğlum” demiş doktorlar. Bir ay sonra da Yahyalar’da toprağa vermişler adamcağızı.
Bundan sonrası… Bundan sonrası da aşağı yukarı aynı... Tuvalet temizliği, fabrika işçiliği, gündelikçilik falan derken yuvarlanıp tekerlenmiş Feride.
“Talih olacak Osman oğlum. Talih olacak insanda” diye iç çeke çeke anlatırdı Feride’nin hikâyesini Nezahat teyze. Ben de, evinin bahçesinde çamaşır asan yahut incecik tütün saran benden 15 yaş büyük bu kadını her gördüğümde nasıl olup da bunca direnebildiğini düşünürdüm.
Daha büyümemiştim demek ki. Büyüdüğümde anladığım ilk şey insanın direnme gücünün neredeyse sonsuz olduğu oldu. Feride’ysen Feride gibi, Osman’san Osman gibi direniyordun adına hayat dedikleri o büyük boşluğa.