Bu dünya üzerinde var olan her şey asıl değerini zıddıyla kazanır. Her şey zıddıyla mukadderdir, zıddıyla aşikârdır.
Nefret olmasaydı sevginin kıymetini bilmezdik. Ayasofya olmasaydı Süleymaniye’yi bu şekilde yapmayacaktık. Kimsesizlik olmasaydı ailenin ve dostluğun bu kadar önemli olduğunu idrak edemezdik. Tıpkı savaşları yok sayarsak barışın ne kadar kıymetli olduğunu muhayyilemizin alamayacağı gibi.
Bu millet var olduğu günden beri savaşın en şiddetlisinin de barışın en selametlisinin de şahitliğini üstlendi. Sadece bunları değil; savaşın ve barışın nasıl yapılacağını da dünyaya öğretti. Ertuğrul Gazi’den Fatih Sultan Mehmet’e, Fatih Sultan Mehmet’ten Kuva-yi Milliye’ye, Kuva-yi Milliye’den İstiklal Harbine kadar; apaçık ortada olan karalama kampanyalarının dışında hiçbir devlet, hiçbir şahıs Türk milletinin soykırım ve sömürge düşkünü aç gözlü bir millet olduğunu iddia edemedi.
Yeryüzünün bu kadar çalkantılı olduğu dönemlerde hep şu sözü duyarsınız: “ Dünya gömlek değiştireceği zaman sebepler yalnızca bahanelerdir.” Aslında bu yaklaşıma yüzde yüz katılmadığımı söylemek yanlış olur. Çünkü 1. Dünya Savaşının nedeni sadece herhangi bir ülkenin veliahdının öldürülmesi olmadığı gibi Kore Savaşının da sadece o topraklarda geçmediği ortadadır.
Ama ben meseleyi ne ideolojik bakımdan nede askeri ve diplomatik açıdan değerlendirme çabası içine girerim. Bütün bu yaklaşımların kendilerine ait uzmanları, düşünürleri, yazanları, çizenleri var. Ben olayları sadece insani açıdan yargılama taraftarıyım.
Ne kadar kabul etmek istemesek de devletle arası ilişkiler “çıkar” kavramına dayanır. Devlet yönetenler her şeyden önce kendi topraklarının refahını ön planda tutarlar. Fakat bütün bu planlamayı yaparken fantastik filmlerdeki “taş adam” gibi değil, adaletli bir hükümdar gibi davranmak gerekir.
İnsanların ise devletlerin aksine vicdanları vardır. Eğer ortada sadece vicdanlardan sıyrılmış eylemler varsa orada zulümden başka hiçbir şey olamaz. Çünkü artık insanlar bile varlıklarını beş harfli canavarlar olarak sürdürmeye başlamışlardır.
Önceden yaşananlara bakıp ibret almak aklı yerinde olan herkese farzdır. Hitler, Stalin, Lenin gibi isimlerin sonları kendilerine layıktır. Onların arkasından kimse hayır duası etmez. Tıpkı, Kenan Evren’in arkasından kimsenin hayır duası etmediği gibi.
Nefes almanın bile güçleştiği zamanlarda, ülkemizdeki kara bulutların bile şehit kanlarına gebe olduğu anlarda; insanların ve insanlığın elinden gelen en önemli davranış birlik ve beraberliktir. İnsanlıktan bir haber olanların ortaya koyduğu zulme uğrayan herkes kardeştir. Bu dünyada; kimse kimseden üstün, kimse kimseden değerli, kimse kimseden habersiz değil. Dolayısıyla kayıtsız kalmak ve görmezden gelmek, zulüm edenlerle aynı safta olmayı gerektirir.
Her şeye rağmen insanlıktan ümidimi kesmedim. Çünkü kendi karakterinin ve benliğinin farkında olan herkes bir gün doğru yolu görmeye vakıftır.
Allah bu topraklar üzerinden imanı, vicdanı, ezanı, Kur’an’ı eksik etmesin. Ve bu millet bu topraklar üzerinde ebediyete kadar varlığını sürdürsün inşallah…