Erzurum geçmişinden beri bir kültür hazinesi olarak varlığını sürdürmüş ve bu konuda öncü olmuş şehirlerden biridir. Gerek askeri stratejiler için var olduğu konumdan, gerekse şehrin içindeki okumuş kültürlerin hiç azalmamasından dolayı bu iddiayı hiçbir zaman elinden düşürmemiştir.
Biliyorsunuz, iş bir şeyler söylemeye gelince çok başarılı olabiliriz. Ortaya birçok tez atıp, bu tezleri savunmak için, bir namus davasıymışçasına kendimizi hırpalarız. Ama mevzu o işi yapmaya gelince, fikri ortaya atan dahi bir yerlere kaçmış olur.
Bunun en büyük örneklerini ülkemizde yaşanan seçim zamanlarında görürüz. Ortaya atılan vaatler ilk olarak büyük bir heyecanla şehirden şehire dolaşılarak halka anlatılır. Sonrası ise tam bir muamma olarak kalır. Petrol getireceğim deyip sonrasında ben petrol tankeri miyim? diye savunma yapanlardan, herkese ev ve araba sözü veren yöneticilere kadar birçok hazin vakanın şahitliğini üstlenmiş konumdayız.
Bu durumu sadece iktidar kavgalarında değil belediye seçimlerinde de görmek pekâlâ mümkün olabiliyor. Şehir için birçok yenileme projelerinden söz ederek makam elde eden kişilikler, takım elbise giyip narsis kişiliklerini beslemekten başka herhangi bir girişimde bulunmuyor.
Erzurum’da bu konu hakkında birçok sıkıntı yaşayan şehirlerden birisi. Sayısal anlamda çoğunlukla iktidar partilerine oy vermesine rağmen; uzun yıllar boyunca halkın refah seviyesini artıracak, var olduğu görünümden kurtulup, onu hak ettiği görünüme kavuşturacak birçok projeden mahrum bırakılmış.
Eğer ülkeyi yönetmekle yükümlü olan kişiler, çalışmanın hakiki nizamından geçerlerse, ortaya koyacakları işler; ne kadar nitelikli, ne kadar sağlam ve uzun ömürlü olabilir? Bunun cevabını en iyi bizler verebiliriz.
Yine de itiraf etmek isterim ki, Erzurum’da en fazla bu yıllar içerisinde birçok konuda yükselme gördüm. Gerek şehire yapılan hizmetler gerekse sosyal, kültürel, dini ve sporsal etkinliklerin bir arada yapıldığının tanıklığını üstlenebilirim. Yani çalışmak fiilinin gerçekliğini hissettiğimi söyleyebilirim.
Bundan dolayıdır ki bir Türk Dili ve Edebiyatı bölümü ve üniversite öğrencisi olarak önceden beri hayallerimi süsleyen “KÜLTÜR PARKI” projesini sizlere anlatmak istiyorum.
Bildiğiniz gibi şehrimizde var olan kütüphanelerin neredeyse hepsi KPSS öğrencilerinin tapulu malları haline gelmiş vaziyette. Üniversitenin içindeki kütüphanelerden bahsetme ihtiyacı yok sanırım.
Şehrin kış ayları içinde geçirdiği sürenin çokluğu dolayısıyla yaz aylarında halk, kendini güneş görebileceği yerlere atma ihtiyacı hissediyor. AVM’ler, parklar, çay bahçeleri, piknik alanları gibi yerler dolup taşıyor. Bu durum, şehrin ekonomisi açısından oldukça iyi.
Ama AVM’ler insanı boğuyor, parklar yüksek sesli müziklerle ve içeri kaçak sıcak su sokmaya çalışan teyzelerin desibeli yüksek kahkahalarıyla kavruluyor, piknik alanlarında ise kaybolmamak için neredeyse belinize ip bağlayarak yürüyorsunuz. Güzel bir kafeye gidip sıcak çayımı yudumlarken iki sayfa kitap okuyayım diyorsunuz ondada çaya verdiğiniz para bütün öğrenci harçlığınızı yok ediyor. Sizin anlayacağınız bunların hiç birinin olmayacağı bir parkın hayalini kurdum yıllarca.
Açık sanat galerilerinde ressamların (Güzel Sanatlar Fakültesi öğrencileri olabilir) resimlerini sergiledikleri, sokak sanatçıları için ayrılmış küçük sahnelerde şarkıların söylendiği, açık hava tiyatrolarının ve açık hava sinemasının olduğu; bunun yanında, koşu ve bisiklet yollarının, spor aletlerinin birbirini kovaladığı devasa bir park hayal edin.
Yanınıza küçük termosunuzu alıp, kuş cıvıltıları eşliğinde; kitap okuyanlar için özellikle tasarlanmış banklardan birinde kitabınızı bitirip, sokak sanatçılarından iki güzel parça dinledikten sonra, acaba bugün açık hava sinemasında hangi filmi gösterecekler diye merak ettiğiniz bir parkın hayali size de hoş gelmiyor mu?
Çocuklar için ayrılmış özel oyun alanları, yetişkinler için vakit geçirebilecekleri aktiviteler, bisiklet süren ve paten kayanların birbirini kovaladıkları iyi bir park herkesi sevindirir galiba.
Ayrıca yerel sanatçıların bütün yaz boyunca kendilerini gösterip, bakın ben sizin sanatçınızım ve sizden biriyim diyebilecekleri sağlam platformların kurulması, onlara olan vefa borçlarımızdan biri değil midir?
Evlerimizde izlediğimiz belgesellerde görüp çok heveslendiğimiz devasa parkların, bizim şehrimizde de olması, sizin de hoşunuza gitmez mi?
Benim ki bir hayal işte, belki de ölmeden önce gerçek olabilecek bir hayaldir. Siz ne dersiniz?