Hesapsız korkuların içinde mülteci hayatlara mahkûmuz hepimiz. Yarım gelip, yarım kalmanın içimizi bir bıçak gibi kesip kanatmasına seyirci kalmışız.
Ne yardan caymaya gücümüz ne de gerçekleri itiraf edecek cesaret. Hayata gerçekler penceresinden bakmak.
Sabah ilk yaptığımız şey; yataktan kalmak. Sadece mecbur olduğumuz için kalkmak. Ay sonunda hesabımıza gelecek paraya muhtaç olduğumuz için kalkmak. Öğlen olunca sadece yemek yiyebilmek mesela. Oysaki gerçekten yemeğe ihtiyacımız olduğundan değil yani. Eğer öyle olsaydı çoğumuz harcar mıydı öğlen arasını bilgisayar başındaki okey masasında ya da kapının önünde iki tane sigarayı içine çeker miydi bir daha çekememek korkusuyla.
İnsan şiir dinler miydi gerçekleri duymaya ihtiyacı olmasa. Ortalama altmış yıl süründüğü hayatına küçücük bir renk katmak için “rezil olmak” pahasına avazı çıktığı kadar bağırmak bir şarkıda. Yaşadıklarımızın rüya olması için dua etmek ve unutulmamak için yalvarmak.
Sahi belki de ölümden sonraki hayata bu kadar bağlanmamızın nedeni züğürt tesellisi olsun diyedir. Doğduğumuzdan beri hayallerimizi gerçekleştiremediğimizin zor olan itirafına merhem. Utancımızdan yüzümüzün kızarmasını engelleyemediğimiz gibi ya da ne kadar ayıp olursa olsun düşüncelerimizi zenginleştiremediğimiz gibi sadece eylemlere muhatap kalmak.
Zorluklar melankolinin temeli şimdi, için için sönmeyen sinsi ateşlerin kara geceleri aydınlatmasına şifa kulaklıktan çalan ince müzikle şömineden gelen odun çıtırtıları.
Sahi nedir melankoli dediğiniz şey? Depresyon gibi bir şey mi mesela? Ya da şarkı ismi. Evet, evet kesin şarkı ismidir. Zaten başka ne olabilir ki?
Bakın size gerçek sahteliğin tarifini yapacağım. Fotoğraf çekilmek… Yüzünü görmeye bile tahammül edemediğiniz birinin yanında sırıtmak zorunda kalmanın acı tarifidir. Kendini kandırmanın adıdır; sizi kimsenin sevmediğini, beğenmediğini düşündüğünüzün telefondaki ön kameraya iki dakikada bir yansıyan görüntüsü.
Meczupluk nedir? Divanelik, avarelik… Tasavvuf metinlerine bakarsanız meczup kelimesinin anlamını kendini Allah’a adamış kul olarak görürsünüz. Modern Türk Edebiyatı metinlerine baktığınızda tek anlam çıkar karşınıza; deli. Ve bunun çeşitli ifade biçimlerini dinlersiniz. İlahiyatçısı başka bir ilişki kurar, romantiği başka, sosyalisti başka. Görüşlerin çeşitli renklerdeki gözleriyle dik dik düşüncelerimize etki edişinin şahitliğini üstlenmenin ağırlığı var üstümde. Doğrunun peşine düşen kalmadı artık eskilerden.
Korkmayın sizlerle gerçekten dost olabiliriz. Aramıza sahteliğin, kendini kandırmanın, yalan söylemenin olmadığı bütün yarım kalan şeyleri baştan yaşamak için devam etmenin umudu var içimde. Durun durun belki de yapamam. Çünkü ben mahkûmum artık acılar beşiğinde sallanan çocuğa bakmaya. Ama sizin kaçıp gitmeniz için kendimi tehlikeye atmaya hazırım. Silahların önüne atılmaya, aç köpeklere kendimi yem yapmaya, bütün kış boyunca yemek bulamamış kurtlarla savaşmaya… hadi gidin ve kurtarın kendinizi. Gidin hayalinizi kurduğunuz sıcak iklimlere, sahilde güneşlenmeye, bir nefeste içinize çekeceğiniz kirlenmemiş oksijene.
Gidin! Kurtarın kendinizi, yoksa neden savaştık, yalvardık, yandık? Yoksa değmedi mi film izleyip gözyaşı dökmeye?