MUHAFAZAKÂRLAR
İnanç ve düşünce özgürlüğüne sert karşı duruşu olan resmi ideolojinin, yani Kemalizmin tüm bunları yaparken Türk kavramını öne çıkarması, bir reaksiyon olarak muhafazakârları "Türklük" düşüncesinden, “Türk” kelimesinden uzaklaştırmış "Araplık" düşüncesine yaklaştırmıştır. İslâmı Arap düşünürlerinden sorgusuz alma eğiliminde olmuşlardır, kendi atalarının "İslâmın en büyük bayraktarı" olduklarını unuturcasına... Şeklen Arap demek ideal Müslüman demek algısı oluşmuş bunların zihinlerinde. Meselâ Mısır kutsanmıştır neredeyse... Muhafazakârlar ve bilhassa Siyasal İslâmcılar Anadolu'ya ve Türk coğrafyasına sırtını dönmüşler Arap ülkelerindeki her konuyla İslamla ilgilenme zannıyla ilgilenmişlerdir. Hatta bu kesimin avamı, Arapların sapkın yahut gayr-ı müslim devlet başkanlarını "mücahid" sanmışlardır. Çocuklarına Arap devlet başkanlarının isimlerini koymaktan geri durmamışlardır. Durum halen daha çok farklı değildir. Bunların akıl hocaları uzun bir süre Arapseverlerken, şimdilerde de Kürtçülerdir. Siyaset ve din dillerinde Arap ve Kürt kelimesini gönül rahatlığıyla kullandıkları halde “Türk” kelimesine alerjileri devam etmektedir.
CUMHURİYETÇİLER
Ekseriyeti şehirlerdeki mütegallibelerdir. Kemalizmin inanç ve düşünce özgürlüğüne sert müdahalesinden en çok dindar kesimin etkilenmesi, bilhassa kripto gayr-ı müslim tebaa ve gayr-ı sünni grupları ziyadesiyle memnun etmiş, Kemalizmin yılmaz savunucuları yapmıştır. Türk milletinin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin dibini oyan gayr-ı müslim tebaa, bilhassa Ermenilerin büyük bir kısmı kendilerini “Alevi Kürt” kimliğiyle ifade ederek Türkiye Cumhuriyeti’nin aslî unsuru olduklarına saf kalabalıkları inandırabilmişlerdir. İslam alerjisi ve düşmanlığı önceliği olan bu grup da kendilerini cumhuriyetçi olarak tanımlamaktadır.
(Bugün PKK'lı olduğunu saklamayanların birçoğunun 90'lardan evvel CHP'de siyaset yaptıkları unutulmamalıdır.) Sünni düşmanlığı öyle radikal bir boyut kazanmıştır ki Dersim olaylarına rağmen Tunceli civarı uzun seneler CHP'nin ve solun kalesi olmuştur. Celladına aşık olma hali... Onlar için önemli olan Türk-İslâm düşmanlığı, gerisi teferruat... Türkiye Cumhuriyeti düşmanı olup adı sanı Türkçe olan birçok kripto Rum ve Ermeni'nin solculuk, cumhuriyetçilik, Kürtçülük ve hatta Türkçülük gibi argümanlarla Türkiye'nin altını oyduğu, bugün bile fark edilmemekte(!), kabul edilmemektedir. Ancak herkesin bildiği lâkin söylemeye çekindiği bir hakikattir bu. Menfaatleri, düşmanlıkları ve gizli emelleri için Atatürk'ü putlaştıran en radikal grup bunlardır. Uluslar arası lobi, basın ve para gücünü büyük ölçüde elinde bulunduran bu kesim, daha çok “laiklik” adı altında din alerjilerini açık ederler.
TÜRKÇÜLER
Türkçülerin bir kısmı; Türkçü söyleme sahip Kemalizmin baskısıyla "Arapseverliği" Müslümanlık sanan Muhafazakâr kesimin kendi geleneğine, atalarına ve Türk coğrafyasına bigâne kalmasına tepki göstereyim derken İslâma mesafe koymaya başlamıştır. Bilerek yahut bilmeyerek... Muhafazâkarlar neye sahip çıkıyorsa ona karşı çıkma kompleksi... Sırf muhafazakârlara reaksiyoner duruşları nedeniyle kendi kadim geleneklerinden uzaklaşmışlar, zaman zaman solculara yaklaşmışlar, zaman zaman Türkçülüğe İslamiyet öncesi argümanlarla sahiplenmişlerdir. Bunların kıblesi umumiyetle Batı'dır. Yani celladına aşık olma hali... Yunus Emre'den, Hoca Ahmet Yesevî'den, Horasan Alperenlerin davasından fersah fersah uzaklaşmışlardır. Türkçülükleri romantizmden öte değildir. Hakikatte zihinlerindeki “kızıl elma” Batı’dır. Pratikte Amerikanlaştıkları halde kendilerini Türkçü olarak ifade ederler. Bu paradoks, fıtrî bir mensubiyet içgüdüsünden başka bir şey değildir. Yersiz yurtsuz, köksüz kalmama adına bir yere ait olduğunu ifade etme... Bu kesim İslâm'a alerjiktir, mesafelidir. İslâmi her söylemin Türkiye Cumhuriyeti'ne tehdit olduğunu sanma paranoyasındadırlar. Araftadırlar... Atatürk'ü putlaştırarak kaba planda Türkçülük yaparlar, içi boş...
TÜRKLER
Asırlarca İslâmın bayraktarı olma şerefine sahip olduklarının idrakiyle, milletçe içine düştükleri hataların hiçbir komplekse ve ön yargıya düşmeden muhasebesini yapabilen kesimdir. Ne tarihlerini Osmanlı Tarihi, İnkılap Tarihi gibi milleti ayrıştırıcı tasnife tabi tutarlar ne Osmanlı ve cumhuriyeti birbirine nispet ederler ne de Osmanlıda ve cumhuriyette ülkeyi yönetenleri putlaştırırlar. Onların insan olduklarını ve tarihi olayların uluslar arası ilişkilerin kıskacında, sadece kendi zamanında ve şartlarında değerlendirilebileceğinin bilincindedirler. Türk milletinin oluşturduğu devlet yapıları ve sosyal kurumlarla büyük oranda İslâmi yaşamı (insan merkezli) medeniyetleştiren bir millet olduğunun farkındadır. Ne körü körüne Arap'a iltifat eder ne Atatürk istismarına… Algılardan öte bilgi ve bilinçle asırların hafızasını zihninde her daim sıcak tutar. Her şeye rağmen omuzlarındaki ulvî davanın (i'la-yı kelimetullah) Allah kelâmının, İslâmiyetin ulviyetini ve hakikatlerini yaşamak, kıymetini bildirmek ve yaymak, hakaik-ı Kur'âniye ve imâniyenin neşir ve tâmimine cehd ile çalışmak olduğunun şuurundadır. Bunların sayısı çok azdır. Tüm siyasi mülahazaların dışında ve öz vatanında "parya" misalidir bunlar. Kendisine dayatılan her bilginin zan olduğunun farkındadırlar. Yalnızdırlar, yalnızlaştırılırlar. Türkiye'de 200 senedir uygulanan, servis edilen, kutsanan her düşüncenin arka planına vakıftırlar. "Türkler kâfirle savaşmayı göze alabilenlerdir."
ŞEHİRDER’İN GÜNDEMLE İLGİLİ MANİFESTOSU
Şehir ve Kültür Araştırmaları Derneği’nin yazımı anlam itibariyle tamamladığına inandığım manifestosunu da yazıma eklemek istiyorum:
AZİZ TÜRK MİLLETİNE
17 Ocak 2016 / Erzurum
Türk milleti için hiçbir anayasa, iman dolu göğsüyle şehadet şerbetini içen şühedanın yazdığından daha kıymetli, önemli ve hakikatli olamaz. Hiçbir anayasa İstiklâl Marşı’ndan daha esaslı olamaz.
1 Kasım seçimlerinde Türk Milleti sandığa giderek her türlü terör yapılanmasına net bir şekilde tavrını koymuştur. Barış için akademisyenlerin, onlara destek veren sinemacıların, aşikâr yahut gizli tüm müstemleke şahsiyetlerin bir araya gelerek yapmış oldukları imza hamlesi Diyarbakır’a kazılan hendekleri Ankara’ya taşıma arzusundan başka bir şeyi ifade etmemektedir.
“Biz Türkiyeliler” diye başlayan her cümlenin altında, bu topraklara, İstiklal Harbini verdiğimiz düşmanları ortak etme zihniyeti yatmaktadır. Sarıkamış’ta, Çanakkale’de, İstiklal Harbi’nde ve en son olarak terörle mücadelede o kadar şehidi, bu vatanı elimizden almaya çalışanlara “Bu topraklar hepimizin!” demek için vermedik.
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak,
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak,
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Her milletten insanın hukuk kuralları çerçevesinde, temel insan hakları ve özgürlüklerini rahatça yaşayabildiği bu topraklar, bin yıldır olduğu gibi, en son ocak kalana kadar Türk milletinindir.