Biz Anadoluluyuz. Bizim devletle, devletin gücüyle imtihanımız hiç bitmemiştir. Bin yıldır böyledir bu. Çekiniriz, korkarız. Devlet dediğin güçtür çünkü. Cumhuriyetin ilanıyla birlikte devletin bu korkutucu yüzünün en mücessem isimleri kaymakamlar ve valiler olmuştur. Doğru, adını ‘vali baba’ya çıkaran valiler de olagelmiştir elbet ama vali dediğin insan tekinden korkulur. Devletin, otoritenin, gücün temsilcisidir zira.
Doğrusu, Marmaray’dan inip, İstanbul Valiliği’nin kapısından geçip, oldukça iyi restore edilmiş bu güzel yapıda yolumu bulmaya çalışırken bunlar geçti aklımdan. Sonra da o hınzır fıkra üşüştü zihnime.
Cumhuriyetin ilk yılları... O gün, o fakir Anadolu köyüne ilk defa vali gelecekmiş. Ne var ki köylülerden birinin de yan köye gitmesi icap etmiş. Öğleye doğru vali, hırlayıp tıslayan bir jeepten inmiş, köylülerin hazırladığı sofraya çökmüş, ziyaretini tamamlayıp dönmüş. O yan köye gitmek zorunda olan köylü dönünce kahvede büyük bir merakla sormuş: ‘Vali geldi mi?’ Oturanlardan biri vermiş cevabı: ‘He valla, geldi. Hatta içinden de adam indi.’ Köylü gene sormuş: ‘Neye benziyordu vali?’ Bizimki yine cevap vermiş: ‘Vallaha böyle yeşildi, lastikleri vardı, hırlıyordu, at arabasının atsız gideni.’
İstanbul Valisi Vasip Şahin ve kültür-edebiyat dünyasından tanıdığım bazı dostlarla o güzel masanın etrafına oturduğumda o nedensiz tedirginlik vardı anlayacağınız bendenizde. Devletle temas tedirginliği…
Sadece bir dakika sürdü bu tedirginlik. Zira kendimizi şahane bir sohbetin tam içinde bulduk derhal.
O güzel sohbetten geriye önemli notlar kaldı. Bu, odur.
Önce Kapalıçarşı. Çok uzun süredir ciddi bir yenileme görmemiş, çeşitli kullanıcı yanlışları ve doğal sebeplerle bazı riskler barındıran bu muazzam yapı için İstanbul Valiliği’nin önayak olduğu projeyi konuştuk. Bilhassa çatı restorasyonunun önemini. Tabii ben tedavi kabul etmez bir Kapalıçarşı bağımlısı olduğum için bir dünya endişemden söz ettim. Bilhassa Kapalıçarşı esnafının endişelerini bir çeşit sözcü olarak dile getirdim. Ve anladım ki Kapalıçarşı esnafının çarşıları için istediği herşey aslında proje sahiplerinin istekleriyle birebir örtüşüyor. Bilhassa çarşının sokaklarına getirilmesi gereken nizam/intizam meselesinde böyle bu… Fakat bir iletişim eksikliği de göze çarpmıyor değil. Zira Kapalıçarşı esnafının kahir ekseriyeti, bu restorasyon sonrası çarşının sokaklarının bir çeşit rant alanı olarak kullanılacağından endişe ediyor. Onlara ve Kapalıçarşı severlere söylemiş olayım. Asla böyle bir ‘rant alanı operasyonu’ yapılmayacağına dair kesin iradesi mevcut valiliğin. Bir de, Kapalıçarşı’da nasıl bir restorasyon projesi yürütüldüğünü ve bu projenin önemini Kapalıçarşı esnafına ve çarşıyı önemseyen herkese daha iyi ve etkili şekilde anlatmanın bir yolunu bulacak proje sahipleri.
Sonra genel olarak restorasyon işi konuşuldu. Doğrusu bu ya, masadaki nitelikli mimar arkadaşlarla Sayın Vali’nin aynı fikirleri paylaşıyor oluşu beni çok umutlandırdı. Evet, umutlandım ama biraz da üzüldüm. Zira Türkiye’de sorunu doğru tanımlıyor olmak her zaman o sorunu çözebileceğiniz anlamına gelmiyor. Bürokrasi, işleyiş, mevzuat… Bir dünya ek problemle boğuşmak zorunda kalıyorsunuz.
Özelde İstanbul’da, genelde tüm Türkiye’de işleyen restorasyon projelerinin temel sorunu nitelik. Bu nitelik probleminin kaynaklandığı asıl yer ise ihale mevzuatı denilen heyula. Tanımlanan işi ‘diğer firmadan bir lira aşağıya yaparım’ diyen firmaya vermek zorundasınız. Oysa restorasyon işinde önemli olan projeyi ‘ucuza’ değil ‘doğruya’ mal etmek. Burada belki Kültür Bakanlığı’mızın da son derece aktif rol oynadığı yeni bir düzenleme söz konusu olabilirse çözüme yaklaşılır. Restorasyon işi yapmaya haiz firmaların belirlenmesi ve denetlenmesi konusunda ‘nitelik odaklı’ yepyeni bir düzenlemeye ihtiyaç var.
Bir de tabii, sevgili dostum Samet Karagöz’ün geceye damga vuran cümlesini anmak lazım burada: ‘Restore edilen binanın başarısı yeni görünmesi değil ‘burası restore mi edildi?’ sorusunu sordurabilecek bir niteliğe kavuşmasıdır.’ Eh, bu noktada da bir zihniyet devrimi şart galiba bize… ‘2000’li yıllarda yapılan restorasyon hamlesi keşke yapılmasaydı’ cümlesinin yükü ağır olur zira.
Daha anlatacak çok şey var o güzel masanın etrafında konuşulan şeylerle ilgili, ne ki yerimiz bitti. Sadece şu kadarını söylemek lazım ama: ‘Devlet sivilken, samimiyken, bilgiliyken, sizin çektiğiniz derdi anlar, hatta sizin derdinizi paylaşırken çok güzel yahu.’